2014 yılında bir kitap çalışması için Muş’u ziyaret etmiştim. Yanımdaki arkadaşım ile birlikte röportaj yaptığımız sivil toplum örgütlerinden biri de Muş Kadın Derneği (MUKADDER) idi. MUKADDER’in olduğu binaya girerken her yanı kaplayan çocuk gelin afişleri dikkatimi çekmişti. Afişlerde ağlayan bir çocuk gelin resmedilmiş ve yanında “Kız çocuklarının çalınan hayatlarının sorumlusu olmayalım” yazıyordu.
MUKADDER’in kurucusu iki kız kardeş, Elif Çetinbaş ve kardeşi Saniye Çetinbaş ile uzun bir görüşme yapmıştık. O gün, bize Muş’ta “çocuk gelinlerin” ne kadar yoğun olduğunu, Muş’ta kadınların %70’ten fazlasının 7-17 yaşlarında evlendiklerini anlatmışlardı. MUKADDER, dernek olarak zor şartlar altında çalışıyordu. Kadınlar ve kız çocukların hakları için uğraşıyor, zorla evlendirilmeye çalışılan kız çocukların başvurularını gizlice alıyor ve ailelerine ulaşmaya çalışıyorlardı. Maalesef toplum, onları “kadınları boşatan kurum” şeklinde algılıyordu o dönem. “Kadın hakları savunuculuğunu, boşanmayı desteklemek olarak görüyorlar” diye anlatmıştı Saniye röportajımızda. Dernek, taciz, tecavüz, kadına karşı şiddetle ilgili çalışıyor ve çoğu çalışmayı kapalı şekilde yürütüyordu. “Sözsel, fiziksel, cinsel bir sürü şiddetin temelinde erken yaşta evliliğin olduğunu fark ettik” demişti Elif röportajımızda: “Erken yaşta evliliğin sebep olduğu sorunları hep görüyoruz. Daha bedeni çocukken ona annelik rolü veriyorsunuz, bir sürü sorumluluk yüklüyorsunuz. Kendini var edemiyor. Hiçbir zaman kendisi olamıyor.”
Nitekim görüştüğümüz Muşlu bir kadın da şöyle söylemişti o gün:“Birinin annesi, birinin karısı, diğerinin kızı oldum, ama hiçbir zaman kendim olamadım.” Kendi olamayan kadınlar, çocukluk yaşayamayan kadınlar, bu toplumun kadınlara sunduğu hayatın bir parçası. 8-9 ay önce tekrar ziyaret ettiğim Muş’ta durum aradan onca yıl geçmesine rağmen pek de değişmemişti. Ama artık bu kız çocuklarının ve kadınların başvuracağı MUKADDER de yoktu. Sadece iki yıl içerisinde 6000 kız çocuğa ve 600 ebeveyne ulaşan, toplumsal cinsiyet konusunda Muş’ta erkekler dahil binlerce insana eğitim veren, kadınlara ulaşmak için kapı kapı gezen, cesur genç kadınlardan oluşan bu dernek, 2016’da çıkarılan KHK’lar ile bölgedeki diğer dernekler gibi kapatılmıştı.
Bu yıl içerisinde ziyaret ettiğim Silvan, Dicle, Lice, Nusaybin, Kızıltepe… gibi farklı kentlerde de benzerdi durum. Şiddet gören kadınlar, eşleri tarafından çocuklarıyla birlikte terk edilen ve çocuklarla yapayalnız kalıp hayat mücadelesi veren kadınlar, boşanamayan kadınlar, çocuk yaşta evlendirilen kadınlar, evlendirilmek için okuldan alınan kız çocukları… Ama ne yazık ki artık ne doğru düzgün sığınma evleri, ne de bu kadınlara destek verecek kurum ve kuruluşlar var. 2016’da çıkarılan KHK’lar ile bölgedeki kadın sivil toplum örgütlerinin büyük çoğunluğu kapatıldı. Ardından kayyımların atanmasıyla belediyeler içindeki kadın politikaları daireleri kapatıldı. Belediyelere bağlı DİKASUM, KARDELEN… gibi kadın merkezlerinin çoğu kapatıldı. Belediye otobüslerinde şoförlük yapan kadınlar görevden alındı, kadınlara psikolojik ve sosyal destek veren Alo Şiddet Hatları kapatıldı. Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yıllarca sebatla çalışılarak elde edilen birçok kazanım son altı yılda yok edildi.
Kayyım atanmamış olsa da ülkenin batısında da bu yıllar toplumsal cinsiyet eşitliği açısından parlak geçmedi. Büyük tartışmalardan sonra, geçen yıl Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden de çekilmesiyle kadınlar ve genç kızlar çok daha savunmasız kaldı. Türkiye’de bugün artık neredeyse her gün bir kadın katlediliyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre geçtiğimiz Ocak ayında 26 kadın cinayeti ve 28 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. Ocak ayında öldürülen 26 kadının 13’ü evli olduğu erkek, 5’i tanıdık, 3’ü eskiden birlikte olduğu erkek, 2’si oğlu, 1’i birlikte olduğu erkek ve 1’i de akrabası tarafından öldürüldü ve bu kadınların çoğunluğu evlerinde öldürüldü.
Kadın cinayetlerine ilişkin yayınlanan bu rakamların her biri biricik bir hayattı, Aysel idi, Nazife idi, Pınar idi, Ayşe idi, Hazal idi, dün öldürülen Sıla idi. 16 yaşındaki Sıla Şentürk, zorla nişanlandırıldığı iddia edilen Hüseyin Can Gökçek tarafından öldürüldü dün. Fail yakalandı. Peki ama fail sadece Hüseyin Can Gökçek mi? Şuan henüz olayın ayrıntılarını bilmiyoruz. Ancak eğer iddia edildiği gibi Sıla zorla nişanlandırıldı ise, 16 yaşındaki bir çocuğu zorla nişanlayanlar, buna sessiz kalanlar, bu çocuğu korumayan toplum ve devletin bu cinayette payı yok mudur? Sıla, koruma altındaymış ve uzun süredir Hüseyin Can Gökçek tarafından tehdit ediliyormuş. Bu tehditleri bile bile onu koruyamayan kurumların bir suçu yok mudur? Eğer yasalar uygulansa ve gereken önlemler alınsa Sıla yaşayacaktı elbette.
Sıla’nın hikayesini okurken aklıma Ünzile düştü bu gece. Bundan uzun yıllar önce Aysel Gürel, bir Anadolu turnesindeyken bir köyde rastlar Ünzile’ye. Sekiz yaşında evlendirilmiştir Ünzile, birkaç koyun karşılığında kocaya verilmiştir, 12 yaşında anne olmuştur. Çok dayak yemiş, horlanmış, insan yerine konmamış, sonunda olmayan kaderine boyun eğmiştir Ünzile.
Yıl 2022. Sılaların, Ünzilelerin yaşamının bu ülkede, bu toplumda hala değeri yok. Ana, bacı, evlat, eş oluyorlar ama kendileri olamıyorlar.
Ünzile insan dölü
On kardeş, beşi ölü
Büyüdükçe un ufak
Ve gelirde görücü
İnci gibi dişi
Görücü bilir işi
Söğüdüm ağlar gider
Olur hatun kişi
Varmadan sekizine
Ergin oldu Ünzile
Hem çocuk hem de kadın
On ikisinde ana
Bir gül gibi al ve narin
Bir su gibi saydam ve sakin
Susar kadın Ünzile
Yağmuru kim döküyor?
Ünzile kaç koyun ediyor?
Dayaktan uslanalı
Hiçbir şey sormuyor.