Kategoriler
ahvalnews Yazılar

‘Sudan sebeplerle’ yok olan ülke

50 yıl sonrası, tarih dersi…

Bugün size “Sudan Sebeplerle” Yok Olan Ülkenin hikâyesini anlatacağım çocuklar:

Zulmün, adaletsizliğin, baskının, katliamların bitmediği bir ülkeydi bu. Ülke başka halkların katliamının üzerine kurulmuştu zaten. Yüzlerce, binlerce yıldır o topraklarda yaşayan halkların bir kısmı ölüme yürütülmüş, bir kısmı mağaralarda “böcek gibi” zehirlenmiş, bir kısmı ise malları yağmalanarak evlerinden koparılmıştı.

Ülkeyi kuranlar ve yönetenler “tek millet”, “tek bayrak” adına,  o “tek”in dışında kalanlara ve diğer halklara yapılan zulümlere itiraz edenlere büyük acılar çektirmişti. Darbeler, katliamlar, topraklarını terk etmek zorunda kalanlar, zindanlarda çürüyenler, ölümler… böyle böyle geçti yıllar.

80’lerde ülkenin kara halkının çocukları isyan başlattılar. Köyler boşaltıldı, evler yakıldı. Kara halkın köylüleri yalınayak kentlerin varoşlarına ulaştı. Kara halkın kara çocukları; analarını, evlatlarını, sevdiklerini bırakıp büyük kentlerin fabrikalarına gittiler işçi olarak. Kimi ise tarlalarına…

Kara halkın kara çocukları, bir yandan fındığı, pamuğu kaldırdılar; diğer yandan inşatta tuğlayı dizdiler, tersanede gemiyi yaptılar, fabrikalarda ihraç tişörtleri ürettiler.

Belki bu şekilde bir müddet daha gidebilirdi “Sudan Sebeplerle” Yok Olan Ülke. Ama 21. yüzyılın başında gelen iktidarla birlikte yok oluşa giden yol hızlandı.

Yeni iktidarın timleri “Allah” adına,  kara halkın yaşadığı kentleri bombaladı, cenazeleri yerde bıraktı. Kara halkın çocuklarının ölü bedenleri buzdolaplarında tutuldu. Dünya tarihinde eşi görülmemiş zulümler yaşanmaya başlandı. Kara halkın evlerine girildi, yataklarının üzerine edildi.

Kara halkın çocuklarının yakıldığı duvarlara “kardeş” halkın askerleri “aşkını” yazdı. “Aşk bodrumda yaşanırdı”. Kara halkın vatanındaki güvercinler bile vuruldu.

“Kara”distan’da yankılanan çığlıkları bir avuç insan duydu, duyup tepki gösteren de susturuldu.  Medya bu zulümlerde büyük rol oynadı. 3 aylık bebekten 80 yaşındaki dedeye, kara halkın toprağında öldürülenler “terörist” olarak sunuldu. Ortalık sus pus oldu. İktidar yolu bulmuştu. “Terörist” insanları dize getirmenin en rahat yoluydu.

Bunu gören iktidar bir müddet sonra “teröristin” yanına “vatan hainini” ekledi. İnsanlar daha da korktu. Çünkü sadece kara halk değil, artık herkes “vatan haini” olabilirdi. Öğretmenin, doktorun, yan komşun, avukatın, hâkimin, kardeşin… herkes herkes…

Haksız hukuksuz yere yüz binler işten atıldı, yüz binler de zindanlara…

Zindanlarda yer kalmadı. Kimi bebeler zindanlarda büyümeye başladı, kimisi büyüyemeden Meriç’in karanlık sularına gömüldü. “Vatan haini” bu bebeler için gözyaşı dökenler bile “vatan hainliği” ile suçlandı.

Çoğunluk üç maymunu oynamaya devam etti. Elbet vardı bir bildiği iktidarın. Ateş olmayan yerden duman çıkmazdı.

Bu zulümlere tepki gösterenler olmadı değil, oldu. Direnenler, adaletsizliği kabul etmeyenler, eşitlik talep edenler, “çocuklar ölmesin” diyenler işlerinden, ekmeklerinden oldu, zindanlara atıldı, sesleri susturulmaya çalışıldı. Kimileri ise çareyi “Sudan Sebeplerle” Yok Olan Ülkeyi terk etmekte buldu.

Ama bu da yetmedi. Kara halktan öyle nefret ediyordu ki bu devlet, gözünü kara halkın dışarıdaki evlatlarına dikti. Kara halka karşı boğaz kesen canilerin yanında durmaktan bile çekinmedi.

Onların desteği ile binlerce kadına tecavüz edildi, binlercesi toplu mezarlara gömüldü. O güzelim şehirler, binlerce yıllık tarih, ah o zeytin ağaçları… dalları kırıldı, kökleri kurudu.

Kötülük tüm ülkeyi sarıp sarmaladı. İnsan insana yapmaz denilen her şey yapıldı. Hayvanlara sıra geldi. Kedilere tecavüz edildi,  köpeklerin bacakları kesildi. Vahşet, kötülük, kabalık, hadsizlik, vicdansızlık her yana yansıdı.

Ülke lağım oldu. Lağımın içinde bazıları debelenmeye çalışsa da herkes bir şekilde pisliğe bulandı.

Ülke Titanik gibi hızla batıyordu. Alarmlar sık sık çaldı. Parasının bir değeri kalmadı. Zam üstüne zamlar aktı. Ama iktidarın gözünde her şey “algı oyunuydu”. Bu algı oyunları “milli duruş” ile cevaplandı.

Çocuklar, unutmadan “Sudan Sebeplerle” Yok Olan Ülke’nin bir özelliği daha vardı. Şatafatı sevmesi.

Milyonlar açlıktan kıvranırken en büyük havaalanlarını, en uzun gökdelenleri yapmak, en lüks uçakları almakla övünürlerdi. “En”leri çok severlerdi, “itibar” her şeyden önemliydi.

Dünyanın en büyük havalimanını yaparken kaç işçinin öldüğü değil, ne kadar “en” olduğu yazılıp dururdu. Dünyanın en büyük havalimanı açılmadan beş hafta öncesinde, havaalanı işçileri isyan etmişti.

Maaşları ödenmiyor, kötü çalışma koşullarından dolayı sürekli ölümlü kazalar oluyor, yataklarında tahtakurusundan uyuyamıyorlar, insani olmayan koşullarda çalıştırılıyorlardı. Arada şikâyet edecek olurlarsa patron tarafından dövülüyorlardı. İsyan büyünce, işçiler “hain” ve “terörist” ilan edildiler. Zaten işçilerin çoğunluğu kara halkın kara çocuklarındandı.

Tüm bu zulümlerin ortağı, iktidarın yalakası “gazeteciler”, isimlerini ne ben ne de tarih hatırlıyor, hemen yazıverdiler: İşçiler, havalimanının açılışına 5 hafta kala “sudan sebeplerden” ayaklanmışlardı. Zaten ölen işçiler de sırf iktidara zorluk çıkarmak için ölüyorlardı yıllardır.

İşte çocuklar, böyle “sudan sebepler” diye diye yok oldu bir ülke…