Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Silahçılık oynayalım mı?

Geçtiğimiz haftalarda çocuklara ilişkin 2 kıymetli rapor yayınlandı. Bunlardan ilki Fisa Çocuk Hakları Merkezi’nden Ebru Ergin ve Ezgi Koman tarafından hazırlanan ‘Taş, Kâğıt, Makas: Çatışma Dönemlerinde Çocuklara Yönelik Psikososyal Destekte Sanatın Rolü’ başlıklı araştırma raporu. Rapor Batman, Diyarbakır, Mardin, Şırnak ve Van’da 2015 sonrası yaşanan çatışmalı süreç, bu süreçte çocukların yaşadığı sorunlar ve çocuklarla yapılan psiko-sosyal çalışmalarda sanatın etkisine odaklanıyor.

Raporda 2015 sonrası yaşanan çatışmalar ve sokağa çıkma yasaklarının Kürt çocuklar üzerindeki ağır etkilerini görüyoruz: Yaşamını kaybetme, göç etmek durumunda kalma, evsizlik, eğitimden kopma, oyun alanlarının kullanılmaz hale gelmesi… bunların bir kısmı. Çocukların çatışma süreci sonrasında  psiko-sosyal sorunlar yaşadıklarına ilişkin somut kanıtları da araştırma sonuçlarından görmek mümkün:

İletişim sorunları, yoğun içe kapanma, saç dökülmesi, eğitim ve etkinliklerde ortaya çıkan şiddet ve kayıp içeren görseller, öğretmenlerin çocuklarla sürece dair iletişimlerinde, çocukların olumsuz duygusal tepkiler göstermeleri, çatışma sürecinin çocukların anılarında yoğun bir şekilde var olması, çocukların kendilerini ve duygularını ifade etme becerilerinin çatışma öncesi dönemle karşılaştırıldığında gerilemiş olduğunun gözlenmesi, çocuklarda yüksek sese karşı gelişen aşırı duyarlılık ve rahatsız olma durumu, okula ve sosyal etkileşimlere ilgilerinin azalması, oyun ve diğer aktivitelerin konusunun ağırlıklı olarak savaş ve şiddet olması vb. (1)

Geçen hafta yayınlanan bir diğer rapor ise Diyarbakır Sur’dan. Sur’da çocuklara yönelik çalışmalar yürüten Rengarenk Umutlar Derneği’nin, “Suriçi’de Çocukların Oyun Hakkını İzleme Raporu”. Yakından tanıdığım bu derneğin yöneticileri uzun yıllardır Sur’da çocuk çalışmaları yürüten insanlardan oluşuyor.

Çalışma kapsamında yapılan saha araştırması ile  Suriçi’nde yaşayan çocukların evlerinde oyun alanlarının olup olmadığı; yaşadıkları mahallelerde park ve oyun gruplarının olup olmadığı; oyun gruplarının belirlenen standartlarda yapılıp yapılmadığı;  oyun alanlarının hangi riskleri taşıdığı;  mahalle ve/ veya sokakların çocuklar için hangi riskleri taşıdığı;  oyun alanlarının, toplumsal cinsiyet eşitliği ve yaş kategorilerine göre uygunluğunu; yetkililerin, çocukların oyun alanlarıyla ilgili sorumluluklarını yerine getirip getirmediği gibi temel sorular ekseninde elde edilen bulgular ve göstergelerle görünür kılınması amaçlanmış. (2)

Bu sorulara verilen cevapları tahmin etmek zor değil elbet. Sur’da yaşayan çocukların çoğunluğunun evlerinde oyun alanı olmayacağı, bırakın evi 2015-2016 çatışmalarından yarısından fazlası yıkılmış Sur’da çocuklar için doğru düzgün bir park ya da oyun alanı olmayacağı da aşikâr. Gerçi yıkılmadan önce de Sur’da çocuklar için park ve oyun alanlarının olduğu söylenemez. Belki ihtiyaç bile duymuyordu çocuklar. Çünkü Sur’un labirent gibi sokakları çocuklar için başlı başına bir oyun alanıydı bir zamanlar.

Bundan birkaç hafta önce Sur’un ara sokaklarında gezerken bir grup çocuk ellerinde plastik silahlar oyun oynuyorlardı. İçlerinden biriyle tanıştım, ismi Ciwan:

-Ne oynuyorsunuz Ciwan?

-Silahçılık oynuyoruz.

-Nasıl bir oyun bu?

-İşte onlar bize sıkıyor, biz de onlara.

-Ama güzel değil ki silah sıkmak.

-Kim demiş güzel değil. Silahın olsa kimse sana bir şey yapamaz.

-Ama sen de vurulursun.

-Burada zaten vuruluyor insanlar.

Ciwan küçük yaşına rağmen biliyor insanların vurulduğunu, 2015-2016’yı kısmen hatırlıyor olmalı. Ciwan silahçılık oynaya dursun, az ötede uyuşturucu satıcıları yeni çocuklar ve gençleri bekliyor uluorta. Konuştuğum bir esnaf uyuşturucu batağına girmiş henüz ergen yaştaki oğlunun durumunu anlatıyor: “Nurcan Hanım uluorta satılıyor. Oğlumu koruyamadım. Kriz geldiğinde kafasını otobüs duraklarına vuruyor. Sur artık uyuşturucunun da merkezi. Herkes biliyor, devlet de biliyor ama kimse bir şey yapmıyor”.

Sur’da gözleri kan çanağından kızarmış çocukları, gençleri fark etmemek mümkün değil zaten. Akşam çökünce,  günün kalabalığı, turisti, alışveriş yapanı gidince, kafeleri, restoranları kapanınca, Sur kendi haline kalıyor. İşte o zaman daha çok görünüyor Sur’un çocukları ve gençlerinin hali, yoksulluğu, yoksunluğu ve çaresizliği. “Gece olunca sesten uyuyamıyoruz Nurcan Hanım. Boş evlerde fuhuş yapılıyor, çocuklar satılıyor, niye kimse bir şey yapmıyor?” diye bana soruyor Surlu bir anne.

Akşam hava kararınca çıkıyorum Sur’dan. Gündüzün kalabalığı gitmiş, insanlar kentin diğer mahallelerindeki “güvenli” evlerine çekilmiş. Sur, Sur’un çocuklarına ve gençlerine kalmış. Sur’un çocukları zırhlı araçların gölgesinde silahçılık oynaya dursun, sokak köşesinde uyuşturucu satıcıları, çeteler, çocukları pazarlayanlar onları bekliyor.

Sadece Sur değil elbet, Bağlar, Ofis, Fiskaya… birçok mahallenin gerçeği bu.  Gerçekler acımasız, Kürt çocuklar için çok daha acımasız.