Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Osman Kavala’ya: Hepimiz özledik seni, artık gel arkadaşım…

17-18 yıl önce olmalı, Beyoğlu’nda sivil toplumla ilgili bir toplantıya katılmıştım. Toplantıdan çıktım. Konaklayacağım yere gideceğim. Osman Kavala’ya “taksiye nereden binmem gerektiğini” sordum. “Metroya binin, daha hızlı ve hem de ucuz gidersiniz” dedi. Henüz İstanbul’daki metroyu hiç kullanmadığımı ve İstanbul’u fazla bilmediğimi öğrenince, benimle metroya kadar yürüdü, metro kartı aldı, sistemini ve hangi durakta inmem gerektiğini anlattı ve beni yolculadı. 

Bu beni ilk şaşırtması olmayacaktı. Arkadaşlığımız ilerledi, sık sık orada burada yollarımız kesişmeye başladı. Ben Kars’ın köylerindeki peynir üreticisi kadınlara, 3-5 kuruş fazla kazanabilmeleri için aradaki aracıyı nasıl kaldırabileceklerine dair kooperatifçilik eğitimleri verirken, Ani’de kesişecekti yolumuz. Van’da depremden sonra kesişecekti. Kürt sorununa ilişkin birçok çalışmada kesişecekti. Diyarbakır’da Kürt sorununa ilişkin bir araştırma enstitüsü kurmayı düşündüğümde kesişecekti.

Ezidi kamplarında kesişecekti. Sokağa çıkma yasaklarından sonra evi yıkılanlarla dayanışırken kesişecekti. Kadın çalışmalarında kesişecekti, LGBT çalışmalarında, Romanlarla ilgili çalışmalarda… Mardin’de, Şırnak’ta, Londra’da, Brüksel’de, Antep’te… Bu ülkenin ve dünyanın birçok köşesinde Osman’la kesişecekti yolumuz. Sivil toplumdaki son 15 yılımı doğrusu Osman Kavala’sız düşünemiyorum bile. Ufkumun açılmasında, yaptığım işlerde ne kadar çok olumlu etkisi olduğunu anlatamam.

Yapılan işe işin tüm taraflarını katma çabasına her zaman hayran olmuşumdur. Van’da deprem olmuş, insanlar ölmüş, binlercesi evsiz, ama dönemin Valisi, Belediye başkanı Bekir Kaya ile konuşmuyor. Bu “küslük” şehirde iki ayrı deprem koordinasyon merkezinin oluşumuna yol açtığı gibi, destek bekleyen depremzedelere desteğin ulaşmasını da geciktiriyordu. Osman bu tıkanıklık aşılsın diye Vali ve Belediye Başkanı arasında mekik dokuyordu. Ama Vali, Nuh diyor peygamber demiyor. Bizlere  “İstanbul’dan gelip bize ahkâm kesmeyin” deyişi dün gibi hala kulağımda.

Yereldeki bu sorunlar birçok insanı bezdirmişti ama Osman Kavala deprem çalışmaları boyunca tüm kurumları bir araya getirme çabasından hiç vazgeçmedi. Hayran olduğum bir diğer özelliği de birçoğumuzun gözden kaçırdığı detaylara onun dikkat etmesiydi. Girdiğimiz çadırların zemini dikkatini çekmişti. Zeminden depremzedelerin şiddetli soğuk aldığını söyleyerek, o akşam çadırların içine soğuk yerle teması kesecek ızgara tahta bakmaya başlamıştı bile. Nitekim daha sonra kurulacak çadır kentlere alınacak çadırları tüm detayları ile incelemişti. “Bak bu firmanın çadırları iyi görünüyor” dediğimde, Osman firmayı arar, A’dan Z’ye çadırın tüm teknik özelliklerini sorar, tüm detaylar ile tek tek ilgilenirdi. Bazen “mühendisler baktı, bu iyiymiş işte, bunu alalım” dediğimde, “biz de bir bakalım, kullananlarla da konuşalım, sonra insanlar üşümesin” derdi.

Bunun gibi onlarca, yüzlerce anı anlatabilirim. Ezidi kamplarında gördüğü hasta Ezidi çocuklarla tek tek ilgilenişini, bastırdığımız okul kitaplarının hazırlığını nasıl ince eleyip sık dokuduğunu, öğretmenlere desteğini, sanatçılara desteğini, Diyarbakır’ın genç fotoğrafçılarına desteğini… Ama en çok da her başım sıkıştığında gösterdiği dostluğu, kimsesiz olmadığım hissiyatını…

Bugün, o hücrede ikinci yılını doluyor güzel arkadaşım. Seni o hücrede tutanların, senin gibi karıncayı bile ezmekten imtina eden bir adam için “ülkenin en karanlık adamı” manşetlerini atanların, seni anlamasını beklemiyorum. Çünkü onlar bir insanın sadece inandığı değerler için, herhangi bir karşılık beklemeksizin, tüm bu iyi, güzel şeyleri yapabileceğine inanmıyorlar. Çünkü onlar açısından bu gerçekten “inanılmaz” bir şey!

Sevgili arkadaşım, sana yönelik iftira kampanyasını iki yıldır dehşetle izlemekteyim. Yazmaktan, masumiyetini tekrar tekrar hatırlatmaktan başka elimden bir şey gelmiyor olması canımı yakıyor. Ömründen çaldıkları iki koca yıl canımı yakıyor. Her sabah uyandığımda senin suçsuz yere o hücrede olduğunu bilmek canımı yakıyor. “Hayat keyiflidir, başka elimizde ne var ki” demişti biri. Hayatın o keyfi bu ülkede çoktan bitti. İnsan insanı ezdi geçti. Yaşama sevincimiz yitti gitti. 

Bil isterim güzel dostum, bizlere bahşedilmiş bu kısa hayatlarda seni yakından tanımış olduğum için kendimi şanslı sayıyorum. Hepimiz özledik seni, çık artık o hücreden, gel de hayat birazcık keyiflensin arkadaşım.


© Ahval Türkçe

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Ahval’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.