Lice’de köylüleri yakmaya kalkışanlar kim?
Lice’de 33 köylünün işkenceden geçirildiği, 3 köylünün ağır yaralandığı ve 1 köylünün öldürüldüğü Mehle mezrasındayız. Mezranın yaklaşık 300 metre kadar aşağısına iniyoruz. Tüm vadiyi gören bu noktada yerde yanık eşyalar var. Bu yanık tencere tava, çocuk ayakkabıları, bezler… Erdal Kocakaya’nın yakılan evinden yani çadırından arta kalanlar. Erdal Kocakaya binlerce Kürt gibi kışın şehirde yaşıyor, yazın köyüne geliyor ve köyde çiftçilik yapıyordu. Bu çadırda ailesi ile yaşıyordu. Tarlalara bakıyor, domates biber ekiyordu.
30 Haziran sabahı askerler köye geldiler. Gerisini o gün yaşananların tanığı olan köydekilerden birinden dinleyelim:
“O gün operasyonun 16. günüydü. Hiçbirimiz evden çıkamıyoruz, dereye gidip su bile getiremiyorduk. Her taraf yanıyordu. Sürekli askerler anons yapıyor, dışarı çıkarsanız ölürsünüz diye tehdit ediyorlardı. Birçok hayvan evlerin hemen altındaki ahırlarda açlıktan öldü, çünkü ahırlara bile gidip yemek veremiyorduk onlara.
O gün sabah 9 gibiydi, baktık her tarafta askerler var. Ben o sırada köyün içindeydim, bir silah sesi geldi. Burada Erdal arkadaşın evi (çadırı) vardı, kadın çocuk feryat figan bağrışıyorlar. Ses direkt köye geliyordu. Herkes çıkıp baktı, bu tarafa doğru koştuk. Geldik askerler her yerde tutmuşlar. Erdal, ailesi ve çocuklarını, ateş atmışlar onların olduğu yere, yangın başlamıştı, yangın eve (çadıra) doğru geliyordu. Biz geldik köylülerle ateşe müdahale etmeye çalıştık. Bizi tuttular, yüzükoyun yere yatırdılar başımızı kaldıramıyorduk, ara ara bakmaya çalışıyorduk. Erdal’ı, 2 kız kardeşi ve 15 yaşındaki oğlunu çok fena dövüyorlardı. O sırada Mehmet Şirin’i gördük, Erdal’ın kardeşi, ona ‘sen teröristsin’ diyorlardı, o da ‘hayır, ben buralıyım, köylüyüm’ diyordu. Bu söylediğim insanların hepsi hem işkence gördüler hem de şimdi tutuklular. Biz hemen yanlarındayız, 33 köylü yerde yüzükoyun yatırılmışız ama onlara bakamıyorduk. Erdal ve Şirin’in kız kardeşleri ağlıyordu, yaklaşık 4 saat onlara işkence yaptılar. Ama en çok Şirin’e vuruyorlardı, ‘bu terörist’ diyorlardı, ona daha çok vuruyorlardı.
Sonra zırhlı araçlar geldi. İçinden çok uzun sakalları olan insanlar indi. Ne polis ne asker kıyafeti giymişlerdi. Onlar işkencenin dozunu artırdılar. Bir müddet sonra Şirin’in sesi kesildi. Erdal, Rojda, Berfin ve Erdal’ın oğlunu bir grup dövüyordu. İşkence 5 saati buldu.”
“Sakallılar bizi yakmak için benzin istediler”
Bu sakallıları biraz daha tarif etmesini istiyorum:
“Sakallılar Türkçe konuşuyorlardı. Ama bir kısmının Türkçeleri çok iyi değildi, belli ki sonradan öğrenilmişti. Genelde 30 yaşın üzerindeydiler, 35-40 yaşlarında, uzun saçlı, uzun sakallı bildiğimiz İŞİD’çiler gibi.
Bir müddet sonra ‘onları öldürdük sizi de diri diri yakacağız’ dediler. Başlarındaki adam benzin istedi. ‘Yakalım bunları, bu 33 kişi ibret olsun, bir daha da kimse ben Kürdüm diyemesin’ diyordu.
Biz feryat etmeye başladık. O esnada bir asker araya girdi, bu sakallı özel timlerle tartıştı, konuşurlarken askerin ‘2. Tabur komutanlığındanım’ dediğini duydum. Aynı operasyondalar ama birbirlerini tanımıyorlar. Artık Şirin gitmiş, ses gelmiyordu, Erdal ve bacıları inliyordu. Bu asker kendini ortaya attı, bunlara ‘siz ne yapıyorsunuz bunlar vatandaş, köylü’ dedi. Bu özel birimin başındaki ‘sen kimsin’ dedi, tartıştılar. Asker ‘ben bu 33 kişiyi merkeze bildirmişim, bir şey olursa ne sen ne de ben hesap verebiliriz’ dedi. Asker ona silah çekti.
Diğeri yakmaktan vazgeçti. Bu sefer ‘döverek onları yakmaktan beter hale getirelim’ dedi, o asker yine izin vermedi. ‘Bunları kaldırın araca atın’ dedi.
Anlatan kişi arada bir yutkunuyor, dalıyor. HDP milletvekilleri Sibel Yiğitalp, Nursel Aydoğan, DBP’nin birkaç temsilcisi ve ben, hemen yanı başımızdaki Erdal’ın kül olmuş evinden geriye kalanlara bakarak, bir ağacın dibinde yere oturmuş dinliyoruz:
“İşkencelerden sonra bizi kirpiye attılar, 2 saat de kirpide beklettiler. Arkadan önden dipçiklerle vuruyorlardı ve kameraya alıyorlardı, sonra bizi Lice jandarma karakoluna götürdüler. 3 ayrı araçla götürdüler. Bizim araçta yaklaşık 10 kişiydik, başka bir araçta Şirin varmış meğer.
Bizi askeri araçtan indirdiklerinde gördük Şirin’i, hâlâ yaşıyordu. Onu yaşıyor görünce biz Lice jandarmaya girerken sevindik. 4-5 saat de bizi burada tuttular. Orada Şirin’i askeri doktora göstermişler, herhalde durumunun kötü olduğunu söyledi ki, ambulans geldi. Daha sonra öğrendik ki ambulansa alındığında hala nefes alıyormuş ama iç kanama ve beyin kanaması geçiriyormuş. Erdal, kız kardeşleri ve oğlu jandarmada 4 saat inlediler, nefes alamıyor gibiydiler, kaburgaları kırılmış, sonradan onlara da ambulanslar geldi. Hepsinde büyük darp var.”
O sırada Nursel Aydoğan araya giriyor ve şunları ekliyor:
“Ben de Diyarbakır’da o sırada 10 dakikada bir ambulans için 112’yi arıyordum, hepsi kayıtlıdır zaten. Yaralıları yollarda bekletiliyorlardı. 3 ağır yaralıyı 2 saatte Diyarbakır’a getiriyorlar. Önde asker varmış, hızlı gelmelerine izin vermemişler. 3 ambulansı zırhlı araçların arasına almışlar. Bu 3 yaralının da ölmesini bekliyorlardı demek.”
Bu köylüye mezranın aşağısındaki bağda 3 PKK’linin yakalanması meselesini soruyorum, şöyle cevaplıyor:
“Aylardır burada sokağa çıkma yasakları var, her taraf asker polis. Biz gerillaların orada olduğunu bilmiyorduk. Bağların içinden bir kadın teslim oluyor, bu kadın itirafçı, 2 gerillanın orada olduğunu söylüyor, bizleri götürdükten sonra gelip o 2 kişiyi de katlediyorlar.”
Köydeki tanık konuşmaya devam ediyor:
“Bir tesellimiz 33 kişinin yaşaması. Bu yaşadığımız çok büyük bir vahşet ve bunun üzerinde durulması gerekiyor. Bu vahşeti yapanlar, o gün burada olan askerler bellidir. Bize yapılan vahşeti bizzat anlatacak asker çıkacağına da inanıyorum ben.”
Ben de buna inanmak istiyorum.
Başta Başbakan ve İçişleri Bakanı olmak üzere tüm yetkililere soruyorum:
Bu vahşeti bu köylülere kimler yaptı?
Bu köylüleri kimler yakmaya kalktı?
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 09.07.2016