Geçenlerde bir arkadaş muhabbetinde son zamanlarda sık duyduğum bir cümleye denk geldim yine:
“Tamam kardeşim devlet çok kötü ama Kürtler de hiç rahat durmuyorlar.”
Bu cümle beni 90’lardaki çocukluğuma götürdü, o zaman da sık sık Kürtlerin rahat durmadığından bahsedilirdi. Mahallemizin bakkalı Adnan Amca, Özgür Gündem sattığı için öldürüldüğünde arada geçerdi o cümle, “ne gerek vardı şimdi Özgür Gündem satmaya”.
Diyarbakır Anadolu Lisesinde olaylar başladığında ve her gün okulumuzda olaylar çıktığında da arada bir yerden duyardım o cümleyi, “ne gerek var şimdi, kentin en güzel okulunda okuyorlar, uğraştıkları şeye bak”.
Ya da bir Newroz’da, öldürülen Kürtler anıldığında “Kürtler de rahat durmuyor, ne gerek var şimdi buna…” laflarını duyardık.
2000’lerde de bu lafı sık duydum. Devletimiz açılım başlatmıştı, ama bu Kürtler beğenmiyordu, hiç rahat durmuyorlardı yine. Zaten 3000 köy de Kürtler rahat durmadığı için boşaltılıp bir kısmı da yakılmıştı. Kürtler rahat durmadığı için binlercesi kaybedilmişti. Yoksa devletimiz şefkatliydi.
Devletimizin şefkatli elini 2015 Ağustos’undan sonra sık sık görür olduk. Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de, Silopi’de, Şırnak’ta, İdil’de… Adlarını burada tek tek sayamayacağım onlarca yüzlerce Kürt kentinde, köyünde, kasabasında, dağında, tepesinde…
Yüksekova’da nitekim yere dizmiş halkı bağırıyordu bir özel tim:
“Devlet size ne yaptı ulan, bu devlet size ne yaptı?”
Haklı görüyordu muhtemelen kendini o da. Devlet verdikçe veriyordu da, ah bu Kürtler nankördü, rahat durmuyordu.
Devlet onlara “Türk, mutlu ve gururlu” olma imkânı gibi yüce bir şeyi sunmuştu ama bunlar reddediyordu. Devlet sivil toplum el ele o kadar kampanya yapıyorlardı Kürt çocuklar okula gitsin diye. Ama işte nankördü Kürtler.
Türkçe gibi bir dili kullanma, Türk olma imkânı onlara bahşedilmişken, hala köylü, cahil, Kürt olmak istiyorlardı. Tutturmuşlar anadilim de anadilim. Zaten anadillerinin ne prestiji var ki, zaten hiçbir Kürt diğerini anlamıyor ki, zaten Kürtçe bilmiyorlar ki, sanki Kürtçe öğrenseler ne olacak ki…
Bugünlerde anılar beni tutsak almış durumda. Başka bir anı daha düşüyor aklıma. 2006 yılı Mart sonu. Diyarbakır’da günlerdir sokak çatışmaları var.
Trafik kilitlenmiş, Bağlar’dayım. Önümde küçük çocuklar, taş atıyorlar. “Abla çekil önümüzden” diyor içlerinden biri. Polisler de onlara su sıkıyorlar, gaz sıkıyorlar. 10-14 yaşlarında bu çocuklar. Ellerindeki taşı olanca güçleriyle fırlatıyorlar polislere. Öfkeliler, hınç dolular, kalpleri kırgın.
Aynı gün akşam dönemin başbakanı Erdoğan buyuruyor televizyonlardan: “Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın da olsa gerekeni yapacaktır”. Bilanço ağır oluyor. O hafta 15 çocuk sokak çatışmalarında, çoğunluğu güvenlik güçlerinin kurşunlarıyla öldürülüyor. Kürtler rahat durmamıştı yine.
Ben kendimi bildim bileli Kürt çocuklar o taşı fırlatıyor, kendimi bildim bileli Kürtler rahat durmuyor. Kürtler evet evet çok şey istiyor. Doğduğu yerde eşit ve özgür yaşamak istiyor. Yakılan köyünü geri istiyor. Toplu mezarlara atılan sevdiklerinin kemiklerini istiyor. İnsansızlaştırılan meralarını, dağlarını istiyor. Senin kapıcın olmak istemiyor, İzmir’in çöpünü toplamak istemiyor. Kendi kaynaklarını yönetme hakkı istiyor. Kürtler dilini istiyor. Anasından, dilinden, kimliğinden utanmadan büyümek istiyor.
Anası “şuşe” dediğinde anlamak istiyor. Kendi dilinde okumak yazmak istiyor. Dili X’lenmesin istiyor. Kafasına vura vura Türkçe öğretilsin istemiyor. Kürtler kendi şarkısını söylediği için, kendi dilini konuştuğu için hapse atılmak ve öldürülmek istemiyor. Kürtler seçtikleri temsilcileri demir parmaklıklar ardına konulsun istemiyor. Kayyım atansın istemiyor mesela. Kendi kentini yönetmek istiyor. Sürekli evi başına yıkılsın istemiyor. Köyü yakılsın, kentleri talan edilsin istemiyor. Hayvanları, ağaçları, dağları yakılsın istemiyor. Kürtler, Kürt ve mutlu olmak istiyor. Türk’le eşit olmak istiyor.
Ve bunlar gerçekleşene kadar Kürtler rahat durmayacaklar, üzgünüm.