Dün bir arkadaşımla konuşuyorum, sağlık çalışanlarının her akşam alkışlanması meselesini. “Bakma” diyor bu alkışlara. “Alkışlayanların içlerinde belki birkaç ay önce doktor dövmüş insanlar da var, ama şimdi hayatları onlara bağlı. Çok sayıda ölüm yaşanmaya başladığı zaman asıl göreceğiz alkışların nereye gideceğini.”
Çok sayıda ölüm, düşünmesi bile ürpertici değil mi? Ama gidişat onu gösteriyor, biz yine de tahtaya vuralım elbet. Çok sayıda ölüm yaşanmaya başlarsa bizim gibi bir ülkede ne olur? Hastanelerde yataklar dolacak, solunum cihazları az, doktorlar seçim yapma noktasına gelecekler, belki de 65 yaş üstünü cihaza bağlamayacaklar. Bizimki gibi ülkelerde rüşvet çarkı dönmeye başlayacak, ya da aylardır onun canı için mücadele eden doktorlara bıçaklar çekilecek. O noktada artık alkışlar devam eder mi şüpheli.
İtalya’da günde 700 civarında insan ölürken, bir yandan da insanlara moral vermek için opera sanatçıları balkonlarından opera söylüyorlar. İtalya’ya benzer bazı örnekler Türkiye’de de son hafta sanatçılar arasında başladı. Güzel, hoş, böylesi bir dönemde moral motivasyon vermek insanlara. Peki ama ölümler binlerce olmaya başladığında ve virüs ile mücadele için sağlık hizmetlerine zenginlerin ya da yandaşların ulaşabildiği ama diğer yüzbinlerin ulaşamadığı bir durum olursa o operalar ya da şarkılar söylenmeye devam edebilir mi? Sanmıyorum, tıpkı alkışlar gibi.
Koronavirüs bizi daha çok demokratik bir düzene mi götürür yoksa daha baskıcı bir rejime doğru mu gideriz, şu an konuşmak için çok erken. Ama yine yandaşçılık ve rüşvetin çokça olduğu bizimki gibi ülkelerde olabileceklerin bir kısmı tahmin edilebilir. İnsanlar rüşvetle maske bulmaya çalışabilir, zenginler solunum cihazlarına daha rahat ulaşabilir, yandaşlar hastanelerde oda kapatabilir. Nitekim birkaç gün önce AKP’ye yakınlığı ile bilinen iş adamı Ethem Sancak’ın yeğeni Murat Sancak’ın evde koronavirüs testlerini denediği videosu ortaya çıktı. Daha sonra öğrendik ki hastanelerde test sıkıntısı yaşanırken, Murat Sancak evine 125 adet koronavirüs testi almış. Bu olay sosyal medyada tepkilere neden oldu, şimdilik. Tüm bunlar halk kitlelerini binlerce ölüm olmaya başladığında isyana götürebilir, ve bunun sonucu olarak askerler sokaklara inebilir, daha baskıcı bir rejime doğru da gidilebilir.
Ya da ki bence bu bizim gibi ülkelerde ufak bir ihtimal ama tüm süreç daha eşitlikçi bir topluma doğru gidişata da evrilebilir. Bu felaketten sonra ücretsiz sağlık sistemi…gibi birçok hizmetin kıymeti anlaşılabilir ve yoksul-zengin fark etmeksizin bir felaketin tüm toplumu vuracağı anlaşılarak, toplumsal eşitlik konusunda daha fazla çaba sarf edilebilir. İnsanlar bazı şeylerin farkına varıp daha mücadeleci olurlar ve iktidara baskı ile eşitlikçi bazı kazanımlar elde ederler ve böylece eşitliği, adaleti sağlama yönünde politikalar hayata geçirilebilir.
Koronavirüs’ün ırkçılığı tetikleyeceğine dair emareler de her gün sosyal medyadan önümüze akıyor. Gün geçmiyor ki bir Asyalı ırkçılığa maruz kalmasın. Trump gibi dünya liderleri de virüse “Çin virüsü” diyerek bunu tetiklemekten çekinmiyor. Öte yandan da böylesi bir küresel felaket karşısında hala küresel işbirliği yeterince yapılmıyor. “Sorun küresel, mücadele ulusal” Türkiye hükümetinin de koronavirüs sloganlarından biri. Oysa küresel sorunla küresel işbirliği ve dayanışma olmaksızın mücadele de edilemiyor. Sosyal medyada ambargodan dolayı gerekli koruyucu ekipmana ulaşamadığı için ölen İranlı doktorların görüntüleri geçiyor. Böylesi bir küresel felaket karşısında bile, dünya devletleri ambargoyu bir müddet için bile olsa kaldırmayı düşünmüyor. İran’da yayılacak virüsün öyle ya da böyle kendisini vuracağını da hesaplayamıyor. Virüse karşı herhangi bir koruyucu önlemden yoksun İranlı, Afgan ya da Suriyeli mültecinin, kalın duvarlar ve teller çekerse o virüsü ülkesine taşıyamayacağını düşünüyor. Elbette zengin ve fakir yine aynı gemide değil, yoksulluların, göçmenlerin bu virüsten daha fazla etkileneceği muhakkak. Ama bu sefer ne kadar korunursa korunsun Almanya’nın şansölyesinden, İran cumhurbaşkanının yardımcısına, Hollywood’daki aktöre, Katarlı iş insanına, Prens Charles’a kadar virüs vuruyor. Koronavirüs belki de dünyaya bir şey söylemeye çalışıyor? Ama dünya inatla duymak istemiyor.
Günlerden kapandığım evde, tüm bunları yazarken, biran kafamı kaldırıp camdan dışarı bakıyorum. Kışın dışarıda kaldığı için öldüğünü düşündüğüm saksıdaki bitkiler, minik minik yeşillenmeye başlamışlar. Uzun soğuk bir kışı, dışarıda ölmeden atlatmayı başarmışlar. Yazdığım tüm kötümser şeylere rağmen dünyaya ilişkin umut yüzümde bir tebessüme neden oluyor.