Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Karlar çekilince

Geçtiğimiz kış Türkiye-İran sınırından bol bol video aldım. Türkiye-İran sınırından geçmeye çalışan göçmenlerin yaşadıkları dramları gösteren videolardı bunlar. Bazen bir grup geçerken, başka gruptan göçmenlerin karda donmuş cenazeleri ile karşılaşıyorlardı. Bazı videolarda çığlıklar, bazılarında korkulu bekleyiş vardı.

Başkale ve Yüksekova’dan konuştuğum arkadaşlarım sık sık “Nurcan Hanım siz karlar çekilince görün, kemikler ortaya çıkıyor, sınıra ulaşamayan, yolda donan ve hayvanlar tarafından parçalanan mültecilerin kemikleri” diyorlardı.

Dehşet içinde kalıyordum.  Karlar çekilince (karlar eriyince) sınıra gidip, mültecilerle konuşup, ne yapabiliriz diye bakmaya karar vermiştim.

24 Nisan’da vicdanlı, güzel insanlardan toparladığımız bir kamyon gıda ile birlikte Van ve oradan sınıra geçeceğimiz bir program yapıldı. Ancak 23 Nisan günü korona testimin pozitif çıkmasıyla birlikte kamyon bensiz gitti, Van’ın güzel iş insanları ve muhtarları gıdaları göçmenlere ulaştırdılar.

Karlar çekilince sınırdaki durumu bizzat gözlemleyemesem de Van’ın Ruşen Takva, Oktay Candemir… gibi cevval gazetecileri ve Mahmut Kaçan gibi avukatları sayesinde günbegün göçmenlerin sınırda neler yaşadıklarını öğrenebildik. Sağ olsunlar, var olsunlar.

Haberlerden gözlemlediğim kadarı ile karlar eriyince sınırdaki hareketlilik de artmış.

Özellikle de Afgan göçmenler daha yoğun gruplar halinde sınırdan geçiyorlar.

Afgan göçmenlerin Türkiye’ye gelişleri yeni değil. Türkiye sınırı zaten on yıllardır Afgan, Pakistan ve İranlı mültecilerin geçiş güzergahı. Şimdi Amerika’nın Afganistan’dan çıkışı ve Taliban’ın güç kazanarak birçok yerleşim yerini ele geçirmesi ile birlikte Afganistan’dan dışarıya yoğun bir göç başladı.

Söylendiği gibi ABD ve Türkiye arasında bu konuda bir anlaşma var mıdır bilemeyiz, ancak Afganlarda “Türkiye Müslüman bir ülke, bize iş verir, hatta kimlik de verir” algısı yoğun olarak var. Bu Türkiye’ye yönelmelerinde etkili oluyor diye düşünüyorum.

Bir diğer iddia bu gelen insanların arasında Taliban militanlarının da olduğu ve onların da göçmenlerle birlikte Türkiye’ye girdiği iddiası.

Bunlar ne kadar doğrudur bilemeyiz, belki içlerinde tek tük de olsa Taliban militanı da vardır, ama Diyarbakır otogarında karşılaştığım Afgan mültecilerin çoğu Taliban’ın askeri olmak istemeyen ve bu nedenle ülkeden kaçmış, yoksul Afganlardı. Van’daki arkadaşlar da Van’a gelenlerin çoğunluğunun bu nitelikte olduğunu belirtiyorlar.

Gelenlerin çoğu genç erkekler, çünkü Taliban eli silah tutan tüm erkeklerin onlara katılması için ailelere baskı yapıyor, bunun sonucu olarak genç Afgan erkekler ailelerinin de desteği ile ülkeyi terk ediyorlar.

Uzun bir yolu aşıyorlar. Eğer kış ayı ise oldukça zorlayıcı bir yol bu. Bu yolu aşamayan birçok Afgan genç (kimi 14-15 yaşında çocuk) yolda hayata veda ediyor. Karlar üstlerini örtüyor, ta ki karlar çekilince cenazelerinden kalanlar bulunana kadar.

Ve bu cenazeler memleketlerine  geri yollanamıyor bile, çoğunun isimleri bilinmiyor, bilinenler olursa da aileler çok yoksul, evlatlarının cenazelerini gelip alamıyorlar. Bu insanlar Van’daki kimsesizler mezarlığına defnediliyorlar.

Gazete Duvar’da Van’daki Kimsesizler Mezarlığına ilişkin Meral Candan’ın özel bir haberi vardı, okumanızı tavsiye ederim. Her yıl 40-50 kişinin bu yolda öldüğü, kurtların bu cenazeleri parçaladığı, ve karlar çekilince cenazelerden kalanların bu mezarlığa gömüldüğü haberde anlatılanlar arasında.

Bir yanda kimsesizler mezarlığında yatan Afganlar, öte yandan siyasetçisinden akademisyenine böylesine korkunç bir yolculukla bu ülkeye sığınan insanları hedef gösterenler, aşağılayanlar, defolup gitsinler diyenler, onlara saldıranlar.

Savaştan kaçıp gelen Suriyeli gençlerin bir parkta şarkı söyleyerek eğlenmesinden rahatsız olanlar, Anayasayı ve tüm yasaları çiğneyerek yabancı uyrukluların faturalarına 10 kat zam yapan belediye başkanları, Erenköy sahilinden resimler atarak göçmenleri hedef haline getiren ırkçı politikacılar, bu insanlara “namussuz” diyen yerel yöneticiler…

Onlara göre bu insanlar girmemeli denize, düşüp ölmeliler denizde. Onların yeri Akdeniz ve Ege’nin dibi, Erenköy’ün sahili değil. Elbette onlar bir parkta gülüp eğlenmemeli,  ağlamak yakışır onlara.

Onlar daha iyi hayat istememeli, Taliban ya da İŞİD’in “askeri” olmalılar.

Hükümetin göç politikasını sorgulamak yerine, tüm nefreti bilerek ve isteyerek yaşadıkları zulümlere rağmen ayakta kalmaya çalışan bu insanlara yöneltenlere iki çift lafım var:

Yaptığınız sadece vicdansızca değil korkakça da. Korkaksınız. Ülkenizin göç politikalarını sorgulama cesaretiniz yok. Hükümetinize diyecek tek bir lafınız yok. Bu insanların ülkelerinin bu hale gelmesinde kendi devletinizin payını sorgulama cesaretiniz yok.

Zavallısınız da.

Oyuncu Fırat Tanış’ın yazdığı bir tweet ile bitireyim yazıyı:

“Sevmediğin misafirler evine gelmiş; davet edenden değil, misafirden hesap soruyorsun. Bir de senden adil, eşitlikçi vs olmanı bekliyoruz. Daha çok bekleriz”.

Durum aynen budur.