Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Kadınlardan çalınan mutluluk

Birkaç gün önce Diyarbakır’ın ortasında, Sanat Sokağında vurdular genç bir kadını. Melek Aslan 24 yaşındaydı, sokakta bir bankın üzerinde, konuşmak için buluştuğu erkek kardeşi Mustafa Aslan tarafından “namus” bahanesiyle silahla vurularak öldürüldü.

Melek’in hikâyesini daha sonra medyadan öğrendik. Adıyaman’ın bir köyünden olan Melek, Dicle Üniversitesi Matematik Bölümünü kazanarak Diyarbakır’a geliyor. Üniversitede okurken Orhan Vatansever isimli biriyle tanışıyor, arkadaş oluyorlar ve evlilik kararı alıyorlar. Daha sonra Orhan Vatansever’den şiddet ve tehdit gören Melek, Orhan Vatansever ile ilgili uzaklaştırma kararı aldırıyor. Ancak Orhan Vatansever Melek’in peşini bırakmıyor ve ailesine Melek’in kötü yolda olduğuna dair mesajlar atıyor. Melek’in erkek kardeşini de bu tarz dedikodular ve Melek’in resimlerini yaymakla tehdit ediyor. Kardeş Diyarbakır’a ablasını görmeye geliyor ve ablasını öldürüyor.

Ablası Melek Aslan’ı öldüren Mustafa Aslan tutuklandı, Orhan Vatansever de muhtemelen sosyal medyadaki tepkilerin de etkisiyle gözaltına alındı.

Melek’in arkasından kalanlar binlerce insan gibi benim de içimi yaktı. Kardeşi ile buluştuğu ve öldürüldüğü bankın üzerinde bir kol çantası, bir not defteri ve 2 kitap kalmıştı. Biri kaldığı yerden rahatlıkla devam edebilmesi için içine ayraç konulmuş Kinyas ve Kayra kitabı, diğeri de diksiyon ve güzel konuşma sanatı üzerine bir kitap.  Belli ki Melek okumak, hayatını ve geleceğini yaşamak isteyen ve bunun için çabalayan bir kadındı.  İnsan kendisini Melek’in yerine koyuyor ister istemez. Bir parça mutluluk için kimbilir ne kadar mücadele ettiğini düşünüyor.

Melek’in öldürülmesinde tek sorumlu kardeşi mi, değil elbet. Melek’in ölümünde bu toplumdaki kadın düşmanlığının çok etkisi var, çarpık namus anlayışının, kadını erkeğin malı gibi gören aklın, ataerkil sistemin, kadını korumayan hukuk sisteminin, kadın erkek eşitliğini vurgulamayan eğitim sisteminin… hepsinin etkisi var.

Bir yanda ellerinde kitaplar, kendini geliştirmeye, bir gelecek kurmaya çalışan kadınlar var; öte yandan ellerinde şiddetle erkekler var. Ve bu erkek şiddetini allayıp pullayan programlar, fetvalar, kurumlar var bu ülkede.

Her gün bir bankta, sokakta, evde, çocuklarının gözü önünde öldürülüyor kadınlar, ne için, sözde namus için, ayrılmak istediği için, bir parça özgürlük ve mutluluk istediği için.

Yıllar önce Muş’taydı sanırım, bir kadın şöyle demişti bana: Birilerinin karısı olduk, kızı olduk, anası olduk, sevgilisi olduk ama bir türlü kendimiz olamadık.

Kendimiz olmamıza izin vermiyor bu ülke. Bu ülke kadınları sevmiyor. Bu ülke bizlerin mutluluğunu istemiyor. Ağır geliyor insana bunu bilmek, ağır geliyor Melek’in o kitaba kaldığı yerden devam edemeyeceğini bilmek, ağır geliyor kendisini geliştirmek isteyen bir kadının hikayesinin böylesine yarım kalması.

Yazıyı bitirirken sosyal medyada Melek’le ilgili bir bilgi dikkatimi çekiyor. Melek’in kaldığı apart odasında bir not bulunmuş. Notta şöyle yazıyormuş: “Eğer başıma bir şey gelirse babama onu çok sevdiğimi söyleyin. Çünkü ben hiç babama ‘seni seviyorum’ demedim”.

Ne kadar tanıdık, hele bizim coğrafyamızda. Kaçımız babamızdan “seni seviyorum” lafını duyduk ki… Öyle işte, sevgisiz doğup, sevilmeden ölüyor bu ülkenin kadınları. İnsan düşünmeden yapamıyor; acaba şuan kaç kadın daha bu ülkede öldürülmek üzere, kaç kadın daha sesini duyuramıyor kimseye, kaç hayat daha çalınacak kadınlardan?