Kadınlar Çözüm Sürecinde Daha Fazla Yer Almalı!
Kadınların barış süreçlerine katkısı ve çatışma çözümleme konusunda potansiyel rolleri genelde görmezden gelinir. Türkiye’de de şuan bu oluyor. Barış süreci ile ilgili konular her gün medyada erkekler tarafından tartışıla dursun, bunca yıl barış mücadelesi veren ve hala da vermekte olan kadınlar bu tartışmaların içinde maalesef yer alamıyorlar.
28 Eylül’de Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin desteğiyle düzenlediği “Çatışma Çözümünde Kadınların Rolü” Konferansında birçok kadın bu gidişatı değiştirmek için Van’da toplandık. Konferansa AKP, CHP ve BDP’li vekillerin yanı sıra birçok gazeteci, yazar, avukat ve aktivist katılmıştı.
Sabah programında benim de konuşmacılardan biri olduğum “Barış Yapıcıları Olarak Kadınlar” panelinde yazar Bejan Matur yaşanan çatışmanın iki eşit coğrafyada yaşanmadığına, Kürtlerin yaşadığı Bölgede yaşandığına ve bu nedenle çatışmanın bedelini büyük ölçüde Kürtlerin ödediği vurgusuyla başlıyor konuşmasına. Matur, Kürt sorununu Doğu ve Batı’da neredeyse şizofrenik bir şekilde farklı algılanmasının çözüm sürecini epey zorlaştığını belirtiyor. Bejan Matur’dan sonra ben konuşmamda daha çok Kürt köylülerinin gündelik yaşam pratikleri üzerinden çatışma çözümleme ve geçiş süreci adaleti meselesine değiniyorum. Kürt kadınların adalet talebi tek düze bir adalet talep değil. Bu “evimi yaktılar” gibi bir şeyden çok daha derin bir konu, bu nedenle barış süreçlerinde kadınlara karşı hak ihlalleri için farklı metotlar düşünmek gerekiyor. Bir diğer önemli konu da Kürtlerin hakikati sadece “dün”, yani ölen çocuklar ve kaybedilen hayatlarla sınırlı değil, çatışmanın çözümlenmesi konuşulurken, Kürtlerin bugünkü hakikatinin de dikkate alınması gerekiyor. Bugün de Kürtlere karşı ayrımcılık, aşağılama devam ediyor. Bölgede kadınlar günlük yaşamlarında hala Kürt kadın olmanın ceremesini çekmeye devam ediyorlar, bu nedenle de çatışma çözümlenemiyor. Meselenin özünün, Kürtlerin durumuna bugün de adalet perspektifinden bakılmayışı olduğunu belirtiyorum. Üçüncü panelist Nil Mutluer siyasette sürekli hale gelen ötekileştirme dilinin barış önündeki en önemli engellerden biri olduğunu belirterek kimlik siyasetinden çıkıp mesele siyasetine dönülmesi gerektiğini vurguluyor.
Eşitlik-İnsan Hakları- Kucaklayıcı Olma
Öğleden sonraki panelde farklı ülkelerden gelen konuşmacılar çatışmalı bölgelerde kadınları demokratik süreçlere dahil etme konusunda örnekler verdiler. Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu Kurucusu ve “Hayırlı Cuma” Müzakerelerinin kadınlar adına temsilcisi Kate Fearon’ın verdiği örnek oldukça çarpıcıydı. Fearon koalisyonda farklı politik görüşlerden gelen kadınlar olduğunu, bu çeşitliliği yönetebilmek için 3 ilke belirlediklerini, koalisyonun olayları bu 3 ilke çerçevesinde ele alıp değerlendirdiği için başarılı olduğunu belirtiyor. Bu ilkeler: eşitlik, insan hakları ve kucaklayıcı olma. Fearon, bu ilkelerle birlikte siyasi partilerden çok daha hızlı çalıştıklarını ve kadın koalisyonun barış sürecine ciddi katkıları olduğundan bahsediyor. BM İnsan Hakları Komisyonundan Jane Connors kadınları barış sürecine katmak için farklı uluslararası mekanizmalardan örnekler veriyor. Son olarak İnsani Diyalog Merkezinden David Gorman Filipinler’deki barış sürecine kadınların katkısının süreci nasıl daha anlamlı kıldığını, kadınların erkekler tarafından gündeme getirilmeyen birçok konuyu masaya getirdiklerini ve sürece daha fazla güven duyulmasını sağladıklarını çeşitli örneklerle gösterdi.
Yaşadıklarımız Hikaye Değil Gerçek
Yuvarlak masa çalışması şeklinde düzenlenen konferans katılımcıların yoğun tartışmalarına sahne oldu. Beni en çok etkileyen Hakkari Yüksekova’dan konferansa katılan bir kadının şu sözü oldu:
“Babam öldürüldüğünde ben sanıyordum ki ölüm yaşlılar içindir. Babam ölünce anladım ki ölüm herkesedir. Annem 20 yaşında 6 çocuğuyla dul kaldı. Bu sizin için ‘Bölgeden bir hikaye’ olabilir, ama bu bizim için bir hikaye değil, bu bir gerçektir”
Evet, bu kadınların yaşadıkları ”hikaye” değil gerçek. Çatışma çözümleme önce bu gerçekleri, bu hakikatleri kabul etmekle başlar. Kadınların savaş gerçekleri erkeklerden birkaç kat daha fazladır. Söz konusu kadınlar ise çoğumuz buz dağının sadece üstünü görebiliyoruz. Çatışma çözümleme buz dağını daha fazla görünür kılacak mekanizmaları kurmayı gerektirir. Kadınlar anlatmalı, kadınların rahat konuşabilecekleri alanlar açılmalı. Çatışma çözümlemede en önemli noktalardan biridir dinlemek. Savaş boyunca çektikleri onca acıya rağmen kadınların barış talebi çok daha güçlü çıkıyor. Çatışma çözümleme kadınların bu güçlü barış talebinin masada olmasıyla güçlenir. Barışın toplumsallaşamaması barış süreçlerini bitiren en önemli tehlikelerden biridir. Kadınlar tam da bu noktada, barışın toplumsallaşmasında, gerçek bir barış kültürünün oluşmasında ciddi roller üstlenebilirler.
Toplantı kapanışında Yılmaz Ensaroğlu’nun dediği gibi “çözüm sürecini savaş döneminin psikolojisi, ilişkileri ve ağıyla götüremeyiz. Yeni bir dil kurmalıyız”. Kurulacak bu yeni “dil”in içinde kadınlara yer açmalı ve barış sürecindeki erkek egemen dili değiştirmeliyiz.
Nurcan Baysal
01.10.2013, Diyarbakır
As published in Birgün Newspaper on 06.10.2013