Geçen ay Hafıza Merkezi kıymetli bir rapor yayınladı. Banu Tuna, Emel Ataktürk, Esra Kılıç, Melis Gebeş ve Özlem Zıngıl tarafından hazırlanan “Sessiz Kalma: Hak Savunucularına Yönelik Yıldırma Politikaları: 2015-2021” isimli rapor, 2015-20221 yılları arasında Türkiye’de hak savunucularına yönelik yıldırma politikalarına, sivil toplum kuruluşları ve insan hakları savunucularının faaliyetlerinin yargı, idari ve medya yoluyla nasıl kriminalize edildiğine odaklanıyor.
2015 sonrası, barış sürecinin sona ermesiyle, hak savunucularına yönelik baskılar inanılmaz bir boyutta arttı. Durum öyle bir hale geldi ki hak savunuculuğu terör destekçiliği, hainlik, ajanlıkla anılır oldu. Sadece yargı ve kamu makamları değil, medya da bu baskıların önemli bir kaynağı ve aracı oldu. İnsan hakları savunucuları olarak birçoğumuz medyada, çeşitli köşe yazılarında hedef gösterildik, karalama kampanyaları ve nefret söylemlerinin öznesi olduk. Sivil toplum örgütleri ve çalışanları çeşitli suçlamalara maruz kaldı, KHK’lar ile birçok sivil toplum örgütü kapatıldı, kapatılmayanlar “foncu, ajan, hain, terör sevici” olarak damgalandı, sivil alan dört bir yandan kuşatıldı ve daraltıldı. Bu dönemde insan hakları savunucuları ve sivil toplum üzerindeki baskıların detaylarını rapordan okuyabilirsiniz.
Raporun tanıtımı için düzenlenen paneldeki konuşmacılardan biri de merkezi Diyarbakır’da olan Rosa Kadın Derneğinin başkanı Adalet Kaya idi. Adalet’i dinlerken doğrusu içimde bir yerlerin sızladığını hissettim. Adalet’in konuşmasında anlattıkları kadar anlatmadığı, anlatamadığı şeyler gözümün önünden bir bir geçti. Bir kez daha kadın insan hakları savunucularının “kadın” olmaktan dolayı ayrıca yaşadıkları şiddet, kriminalize edilme, yalnızlaştırılmaya hak mücadelesi içerisinde ne kadar az değinildiğini, bu konuların ne kadar az gündeme getirildiğini hissettim.
Ara verdiğimizde Adalet’e sorduğum ilk şey “çocuğun nasıl?” sorusuydu:
“İlk gözaltına alındığımda kızım 7 yaşındaydı. Şimdi 9 yaşında ve bu 2 yılda birçok kez gözaltına alındım. Maalesef çocuklarda gittikçe kötü bir kanıksama oluyor. Çocuk korkmuyor gibi gösteriyor ama elbette korkuyor o da. Anne için kaygılanmaya başlıyor. Cezaevine birlikte konulduğumuz tüm kadınların çocuğu vardı ve çoğumuz boşanmış kadınlardık. Yani çocuklarımızın yanında bir baba da yok. Sürekli dışarıda çocuğumuzla kim ilgileniyor onu düşünüyorduk.”
Son 1,5 yılda Kürt illerinde 200’e yakın kadın siyasetçi ve aktivist gözaltına alındı. Kadınlara yönelik daha özel bir baskı var gibi görünüyor. Adalet, bunu şöyle açıklıyor.
“Kadın hak savunucuları ve siyasetçilere yönelik sindirme var. Kadınları daha çabuk yıldırabileceklerini düşünüyorlar. Bu, bir sistem politikası. Son birkaç yılda yapılan operasyonlarda alınanların çoğu kadın. Tabii ki bunun bir nedeni de kadın hareketinde inanılmaz bir güçlenme olması. Kadın hareketinin dinamiği ve mobilizasyonu çok güçlü. Kürt ve kadın olunca elbette devlet şiddeti de size daha çok yöneliyor.”
İnsan hakları hareketi ya da genel olarak hak mücadelesi, kadın insan hakları savunucularının “kadın” ve “anne” olmaktan dolayı yaşadıkları özel sıkıntılarla ne kadar ilgili, bu sıkıntılar ne kadar görünür bundan pek emin değilim doğrusu. İnsan haklarının ayaklar altına alındığı birçok ülkede kadın hak savunucularını aileleri üzerinden sindirmeye çalışmak aynı zamanda bir devlet politikası:
“Ben annem, babam ve kızımla yaşıyorum. Hem ailemi hem de çevremi sindirmeye ve ürkütmeye çalışıyorlar. Biliyorsun sen de yaşadın bunları, sana gücü yetmeyince, bu kadını nasıl zayıflatırım diye bakıp ailene ya da seninle ilgili başka bir şeye yöneliyorlar. Böylece senin üzerinden başka kadınlara da mesaj vermiş oluyorlar. Ne oluyor sonuçta? Birçok hak savunucusu kadın, ailelerinden gelen baskıların da sonucu olarak artık geri planda dursam daha iyi olacak diye düşünüyor. ‘Çocuğunu düşünmüyor musun?’ söylemi sürekli zihninde yankılanıyor. Aslında tam da çocuğumuzun ve diğer çocukların geleceğini düşündüğümüz için bu mücadeleyi veriyoruz ama bu, o an görülmüyor. Ben bir nebze şanslıyım tabi. Bunu anlayan bir aileye sahibim ve benim çocuğa da aileye de yüklediğim anlam farklı. Kızım Jiyanda da birçok şeyin farkında olan bir çocuk. Yaşadığı travmanın çok toplumsal bir şey olduğunu biliyor. Ona özel olmadığını da biliyor. O da biliyor ki Kürdistan’da yaşamak böyle bir şey. Ama tabi burayı sevse de buradan gitmek istiyor.”
Gülümsüyor Adalet; “Biliyor musun, her Kürt muhakkak mülteci oluyor” diyor.
Kadınlar için Acil Destek Fonu’nun (Urgent Action Fund) yayınladığı Kadın İnsan Hakları Savunucularının sorunlarına ilişkin rapor (Global Report on the Situation of Women Human Rights Defenders) kadın insan hakları savunucularına yönelik özel şiddeti 100’e yakın kadın insan hakları savunucusunun deneyimi ile anlatıyor. Bu kadınların dile getirdiği bazı konular şunlar:
“Savaş ve ölü bedenlerin olduğu bir ortamda kendi umutlarımız, korkularımız ve yaşadıklarımızı anlatamıyoruz.”
“Bizim aktivizmimiz çok ucuz, kimse saygı göstermiyor.”
“Çocuklarımız, yaşlılarımız ve evin bakımından da biz sorumluyuz. Tatil yapıp enerji toplayalım dediğimiz zaman bile o tatil olmuyor. Kendimizi tüketiyoruz.”
“Spor salonuna gidiyorum ve bunun için utanıyorum, daha doğrusu utanmam sağlanıyor.”
“Bana diyorlar ki senin profilin bir aktivistin profiline benzemiyor. Yaşamın üzgün görünmeli, korunmaya muhtaç görünmelisin, ama sen gülümsüyorsun ve güzel giyiniyorsun.”
“Bizimle baş edemeyince, topluma bizimle ilgili şüpheler ekiyorlar. Herkes bir yerlerden fonlandığımızı ya da ajan olduğumuzu düşünüyor, ya da başka şeyler. Toplumun sana karşı dönüyor, bu çok ağır.”
“Tabu konularda konuşuyorsan her şey daha da kötü oluyor, bir müddet sonra kendi meslektaşlarının bile senden uzaklaştığını görüyorsun. Yalnızlaşıyorsun. Artık tehlikeli görünüyorsun.”
“Seninle baş edemeyince ne yediğine, ne içtiğine, nerede gezdiğine, kiminle birlikte olduğuna bakıp, seni oralardan vurmaya çalışıyorlar ve maalesef bunu sadece devlet yapmıyor.”
“En kötüsü de çocuklarının başına dayanan silahlar.”
“Bir vicdan azabı ile yaşıyorsun. ‘Ben iyi bir anne değil miyim?’ sorusu zihninin bir yerinde hep duruyor.”
Tüm bu kadın insan hakları savunucularının deneyimlerini okurken aklıma tekrar koçbaşı ile kırılan kapılar, çocukların kafasına dayanan kalaşnikoflar ve yaşadığımız onca şey geliyor. Üzerinden kaç yıl geçerse geçsin, kafalarına kalaşnikof dayanan çocuklarımın görüntüsü ve onlarca özel tim arasında evden çıkarılırken çocuklarımın bakışları gözümün önünden hiç gitmiyor. Biliyorum ki birçok kadın insan hakları savunucusu gibi “Ben iyi bir anne değil miyim?” sorusu ölene dek benimle olacak.
Bu yazım biraz da insan hakları hareketine. Kendimize soralım istiyorum: Bizler kadın insan hakları savunucularının ne kadar yanındayız? Onların yaşadıkları özel sıkıntıların ne kadar farkındayız? Tüm bu yalnızlaştırılmaya karşı onları yeterince sarıp sarmalayabiliyor muyuz? Koçbaşı ile kapılar kırıldıktan sonra o ailelere ne oluyor? Kafasına onlarca kez silah dayanan çocuklar hayata nasıl devam ediyor? Bu kadınlar insan hakları mücadelesinin içinde çocuklarını nasıl büyütüyor? Bu kadınlara varlıkları için yeterince teşekkür ediyor muyuz? Adalet onca kadının hayatına dokunuyor. Peki bizler onun kızı Jiyanda’nın (hayat veren demek) hayatına dokunabiliyor muyuz?
***published on www.mlsaturkey.com