Raoul Wallenberg Enstitüsü, Demokratik Gelişim Enstitüsü ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kadınların barış inşa süreçlerine katılımlarını konu eden 1325 sayılı kararın uygulanmasına yönelik çalışan Operation1325’in organizasyonu ile barış konusunda çalışan bir grup kadın İrlanda’dayız.
Seyahatimizin üçüncü gününde Dublin’den, Kuzey İrlanda’ya Belfast’a geçiyoruz. Belfast’ta eski politik tutsaklar için çalışan bir sivil toplum örgütü olan COISTE’yi (Committee for Political Prisoners) ziyaret ediyoruz.
Bina eski bir hapishane. Girişinde bir dilek ağacı resmedilmiş. Dilek ağacının üzerinde “Bir dilek tut” yazıyor. İçeride bazı eski hücreler ve işkence aletleri olduğu gibi bırakılmış. Birazdan öğreneceğiz kadınların bu hapishanede 1 yıl boyunca hücreye kilitlendiklerini, hücrelerden ne tuvalet ne de banyo için hiç çıkarılmadıklarını, ped bile verilmediğini, kanlarını elleriyle duvarlara sürdüklerini, çırılçıplak bırakıldıklarını, her taraflarını kurtçukların bastığını, bir battaniyeye sarılarak çırılçıplak 1 yıl geçirdiklerini…
COISTE IRA’dan hüküm giymiş politik tutsaklar için çalışıyor. IRA ile ilişkisi olduğu gerekçesi ile cezaevine girmiş 25.000 eski tutsak var. Bu kişilere sağlık, eğitim hizmetleri veriliyor, iş bulabilmeleri için yardımcı olunuyor ve yine isterlerse psikolojik destek de sağlanıyor.
Bir asker ve bir gerilla, 2 eski düşman birlikte çalışıyor
Bizi, eski Birleşik Krallık Ordusu mensubu bir asker ve bir zamanların en çok aranan “terörist”lerinden biri olan eski bir IRA gerillası birlikte karşılıyorlar.
Eski İngiliz askeri Lee Lavis 18 yaşında orduya katılmış, Kuzey İrlanda’da iki kez görev yapmış. Orduya girme nedenini “ordudakilerin saygı gördüğünü görünce karar verdim katılmaya” diyerek açıklıyor. Ancak daha sonra aldığı eğitimlerle giderek başka bir insan olmaya başlamış. Ondan dinleyelim yaşadığı süreci:
“Bir sürü eğitim alıyorduk. Zaman içinde silahlı kuvvetlerin her şeyini kabul ediyorsunuz, bir de özel bir çete gibisiniz, kendinizi özel hissediyorsunuz. Size aşılanan sizin kahraman olduğunuz, vatansever olduğunuz. Sizin iyi karşınızdakinin kötü olduğu. Sizi birleştiren bir şey var: ortak düşman. Size hep sivillerden daha iyi olduğunuz aşılanıyor, sivilleri aşağılayıcı tabirler kullanırdık, kendi içimizde onları hakir görürdük. Erkek sivillerle savaşır, kadın sivilleri de yatağa atmaya çalışırdık. Çok eril ve sağlıksız bir ortam. Başka ülkelerin sivilleri hakkında ne düşündüğümüzü siz düşünün artık. Aslında böyle değildim ama eğitim bizlere bunu aşıladı. İlk operasyon Kuzey İrlanda’daydı. Orda da eğitim devam etti. Siz iyisiniz, onlar kötü. Her şey bizim için siyah beyazdı. Düşman üniforma giymediği için herkesi düşman olarak görüyorduk. Buradaki yerel halkı da düşman olarak görüyorduk ve onlara öyle davranıyorduk. Düşünün 19 yaşındasınız, çok güçlü olduğunuzu düşünüyorsunuz, elinizde silah var ve her gün yerel halkı itip kakıyorsunuz. Hislerimiz çok nasırlaşmıştı.”
“Zenginler bizi savaşa yolluyordu”
Sonra bir gün Lee’nin halkla ilişkiler faaliyeti için Kuzey İrlanda’da bir maça katılması istenir. Maça sivil kıyafetle gitmiştir. Bu nedenle kimse onun İngiliz ordusunun askeri olduğunu anlamaz. Kuzey İrlandalıların arasına karışır. O gün Lee için önemli bir değişimin başlangıcı olur:
“Üniformam üzerimde değildi. Aslında üniforma dışında bu insanlarla ilk bir araya gelişimdi. Onlarla konuşunca düşman olarak bellediğim bu insanların bize ne kadar çok benzediğini gördüm.”
Lee ondan sonra değişmeye başlar, tarih kitaplarını okur. Kuzey İrlanda sorununu anlamaya çalışır. “Zenginler bizi savaşa yolluyordu, bunu gördüm” diye anlatıyor değişim günlerini. 1996’da askerlikten ayrılır. Üniversiteye gitmeye karar verir. Daha sonra Güney Afrika’ya gider. Güney Afrika’da bir zamanlar düşman olan insanların birbirleriyle nasıl konuşmaya başladığını görünce bundan etkilenir. Ve dönüp aynısını Kuzey İrlanda’da başlatmaya karar verir. Barış İçin Gaziler oluşumuna katılır. Militarizme karşı gelir. Birçok yere giderek devlet şiddetini anlatmaya başlar.
Eski gerilla: “Biz savaşa gitmedik, savaş bize geldi”
Lee’nin hemen yanında bir zamanların en çok aranan “teröristlerinden” biri, bir kadın oturuyor. Evelyn Glenholmes. Evelyn’in dedesi IRA gazisi. Cumhuriyetçilik aile geleneklerinin bir parçası. 1984’te Scotlandyard Evelyn’i en çok aranan kişi ilan ediyor. Evelyn yaşamları boyunca ayrımcılık gördüklerini anlatıyor:
“Biz hiçbir yere gitmedik, savaşa gitmedik, savaş bize geldi. Biz tamamen bastırılmış bir topluluktuk, zulüm görmüş bir topluluktuk ve çok ayrımcılığa uğramıştık. Benim doğduğum mahallede insanlar beşikten mezara kadar işsizlerdi. Bizim mahallemizde büyük bir tersane vardı ama bizim topluluğun üyeleri orada çalıştırılmazlardı. Bize yılarca beklememize rağmen ev verilmezdi. Bizim oyumuz bile Protestanların oyuyla eşdeğer değildi.”
Bu nedenle protestolar başlar ve bu protestolar İngiliz polisi tarafından çok şiddetli bir biçimde bastırılır. O günleri şöyle anlatıyor Evelyn:
“Polisler sadece bize zulmetmek için burada bulunuyorlardı. İnsanlar ayrımcılığı protesto etmek için yürüyüş yaptı ve İngiliz silahlı kuvvetleri 13 kişiyi öldürdü. Onlar masum insanlardı. Ve 40 yıl geçmesine rağmen halen aileleri katledildiklerini kabul ettirmeye çalışıyorlar. İngiltere başbakanı Cameron geçen yıl bu ailelerden özür diledi. Ama hala devlet güçlerince infaz edilen kişilere ilişkin 65 dava var. Bu polisler ve askerler İngiliz hükümetinden emir alıyorlardı. Biz emir verenlerin cezalandırılmasını istiyoruz.”
“Savaşın bedeli çok ağır”
Evelyn’in babası o yıllarda dedesi gibi Belfast dışında bir toplama kampına götürülür. Babası oradaki kampın IRA komutanıdır.“Düşünün bir toplama kampı ve içindekiler İngilizce konuşuyor” diyor Evelyn. Kampın içinde okul inşa ederler. Kamptaki öğretmenlerle eğitime başlarlar. Babası oradan bir daha çıkamaz. Evelyn 16 yaşında babasından dolayı bir gün yolda yürürken kurşunlanır.
Kanlı pazarda masum insanlar öldürüldükten sonra gençler akın akın IRA’ya katılırlar. Bir direniş dalgası başlar. İngiliz ordusu adaya gelir, evler basılır, on binlerce insan gözaltına alınır:
“Bir zaman sonra hepimizi suçlu olarak görmeye başladılar. Hepimizin terörist olduğunu söylediler. Onlarca kişi açlık grevlerinde öldü. İngiliz ordusu IRA’yı yenemiyordu. Çünkü IRA kimlik için, eşitlik için mücadele ediyordu.”
Barış süreci başlayınca Evelyn Sinn Fein’e katılır ve 12 kişilik liderler heyetine seçilir. Şimdi Belfast’ta eski politik tutsaklar için çalışıyor:
“Bazı insanlar 16 yaşında hapse girmişlerdi, iyi bir eğitim almışlardı ve yıllarca hapisteydiler, paranın değerini bilmiyorlardı, mobil telefonu bilmiyordu… Toplama kampında insanlar yıllarını geçirdi. Kadınlar çocuklarla dışarıda kaldı. Çocukları doyurmak zorundaydılar. Benim annem örneğin 3 iş birden yapıyordu. Buradaki İngiliz üstünlüğü o kadar yoğundu ki aklınıza gelebilecek her iktidara sahiptiler. 10 yaşından itibaren gözaltına alınabiliyordunuz, sorguya çekebiliyorlardı ve hayatınızın her alanına girebiliyorlardı ve bunlar işe yaramazsa öldürüyorlardı. Ve kimse bir şey yapamıyordu.”
Evelyn sözlerini şöyle bitiriyor:
“Çatışma benim kapıma kadar geldi ve geldiği zaman da savaştık ve bunun için özür dilemiyorum, eğer direnmeseydik bizi yok edeceklerdi. Ama bunun bedeli çok ağır oldu.”
O sırada Lee söze karışıyor:
“İngiliz ordusunda birçok insan Kuzey İrlanda’da olan bitenleri görünce ordudan ayrıldılar. Hatta bazıları dayanamadı, başka ülkelere kaçtı. Bir kere sahaya indikten sonra gördükleri gerçeklik kaçmalarına neden oldu”.
Lee ve Evelyn, eski bir ordu mensubu ve eski bir gerilla, eskiden düşman olan bu 2 insan, bugün bir arada geçmişi sorgulayarak, geleceği daha iyi kurmak için uğraşıyorlar.
Lee ve Evelyn’i dinledikten sonra Türkiye’yi düşünüyorum da…
Ne diyelim! Darısı başımıza!
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 29.12.2016