…….
Önce gül bahçeleri ayak sesleri
Bunu soyutluyorum senin yankı dediğinle
Geçitler, ormanlar, kışın boz görüntüsü
Titreyen elim avucumda bunlar var.
Ey durağan yıldızlar
Bana bir iz verin bir yanıt
Bir müziğin akıp giden oynaklığını.
Yoruldum çünkü inip çıktığım basamakları saymaktan.
Geçitler, ormanlar, kışın boz görüntüsü
Titreyen elim avucumda bunlar var.
Ey durağan yıldızlar
Bana bir iz verin bir yanıt
Bir müziğin akıp giden oynaklığını.
Yoruldum çünkü inip çıktığım basamakları saymaktan.
Bu dizeler İlhan Sami Çomak’ın “kedilerin yazdığı ilahi” adlı şiir kitabından. 2 yıl önce ortak arkadaşımız Berivan getirmişti şiir kitabını bana. Bugün kitabı tekrar açtım, ve 2 yıl önce üzerine düştüğüm notu fark ettim: Sabır da yorulur!
İlhan Çomak 22 yıldır tutuklu. 1994 yılında 21 yaşında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nde öğrenciyken 16 günlük gözaltı süresinden sonra tutuklanarak İstanbul’daki Bayrampaşa Cezaevi’ne konuldu. Gözaltında yoğun işkence gördüğünü belirtti, ama sesini duyuramadı. Polisin işkenceyle düzenlediği ifade tutanaklarının esas alındığını söyleyen Çomak’ın yargılaması Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde gerçekleşti.
2000 yılında müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Yargıtay’ın cezasını onamasının ardından AİHM’ye başvurdu. AİHM, 2007 yılında aldığı kararla İlhan’ın adil yargılanmadığına ve yargılanmamın yenilenmesine hükmetti. 2013’te yeniden yargılanmasına başlandı. Avukatları, 20 yılı aşkın tutukluluk süresini göz önünde bulundurarak tahliyesini istedi, ancak mahkeme, ‘delil karartma’ şüphesiyle tutukluluğunun devamına karar verdi. 12 Nisan 2016 tarihinde yapılan son duruşmada da mahkeme, ‘delil karartma’ şüphesiyle tutukluluğunun devamına karar verdi.
İlhan Çomak, Kırıklar 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nden mektup yollamış. Şöyle diyor mektubunda:
“ ‘Usta’ ve eski bir mahpus olduğum tartışma konusu değil sanırım. Ustalık deneyimlerle orantılı. Bu sebeple doğrudan girmeli konuya.
Prosedür şöyledir: Hastane, adliye fark etmez, nezarethaneden çıkmadan önce ellerin kelepçelenir. Bu yetmez. Her iki koluna birer asker girer. Önde ve arkada da iki asker olur. Biri veya her ikisi silahlıdır mutlaka. Bir de komutan vardır yanı başınızda. Hastanede doktor karşısına, adliyede hâkim karşısına ancak bu şekilde gidilir. Fazlası var ama eksiği yok.
12 Nisan 2016 tarihinde İstanbul Adliyesi’nde 4. Ağır Mahkemesi Salonu’na çıkmak için askerler beni nezarethaneden alıp asansörün bulunduğu yere götürdüklerinde, kendinden oldukça emin şekilde yürüyen tanıdık bir yüz gördüm: Meşhur polis şefi Ali Fuat Yılmazer. Şaşırdım. Zira hükümlü veya tutuklu fark etmez, nerede olursan ol, yukarıda yazdığım uygulama gerçekleştirilir. Hep böyle gördüm. Oysa A. Fuat Yılmazer’in elleri kelepçesizdi. Yanında sadece bir astsubay ve sivil giyimli biri varken asansöre binmek için bizzat düğmeye bastı. Geçmişte oraları bütün ihtişamıyla kullanmanın verdiği rahatlık ve ezber havasını tutukluluğa da taşıdığı belliydi. Peki bu nasıl mümkün oluyor?
Reşat Altay’ı, Hrant Dink’in katledilişindeki rolü iddiasıyla biliyor ilgili kamuoyu. Ben de oradan biliyordum. Meğer bizim ”yakın” bir ilişkimiz varmış. Ben bugüne kadar bilmesem de durum bu. 22 yıllık mahpusluğuma, ömrümün yarısından fazlasını cezaevinde geçirmeme sebep olan polis fezlekesinin altında onun adı ve imzası var. Bu polis fezlekesi gramer hataları korunacak şekilde DGM’de hem iddianameye hem de gerekçeli karara dönüştü, sonuçta. Hükmü DGM hâkimleri açıklasa da bu hükmü yazan Reşat Altay’ın kendisiydi. Yıllardır bu polis şefinin ”maharetiyle” ortaya çıkan yargı garabetini düzeltmeye çalışıyoruz. Uğraş uğraş olmuyor. Öngörülen 30 yıllık ceza bitti bitecek ama bu şeflerin, kötülükle örülü, hayatımıza kasteden güçlerinden zerrece eksilme olmuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 17-25 Aralık operasyonlarına gönderme yaparak kendisine komplo yapıldığını, bunun da ”Paralel Devlet” tarafından gerçekleştirildiğini belirtti. ”Komplo” ve ”Paralel devlet” ile A.Fuat Yılmazer’in de içinde bulunduğu cemaati kastettiği aşikâr. Ama doğru ama yanlış, Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi bir siyasi figür böyle söylüyorsa bunu önemsemek gerektir. Zira mutlaka sonuçları olacaktır. Bu sonuçları hep birlikte gördük, görüyoruz zaten.
Buna rağmen A. Fuat Yılmazer nasıl oluyor da hâlâ ”bunların hakimi benim” özgüveniyle adliyede kelepçesiz dolaşabiliyor? Çünkü tıpkı Reşat Altay’da olduğu gibi her türlü işkenceyi, hukuksuzluğu yapsalar da bir şekilde korunuyor, bir şekilde hâlâ yetiştirmelerinin ve müesses nizamcıların gözbebeği olmayı sürdürüyorlar. Hükümetler değişiyor olsa da R. Altay gibi polis şefleri muktedirin yanında olmak gerektiği bilinciyle yeni güç odaklarıyla esnek ve uyumlu bir ilişki kurmayı başarıyorlar. Buna hem teşne hem mecburlar. Zira çok kötülük yaptılar. Korunmaya ve iktidar perdesi altında saklanmaya muhtaçlar.
Reşat Altayların ihmal ve uygulamalarıyla ölümlere ve ölüme benzer uzun ve haksız tutuklamalara, çeyrek asra yakın yargılamalara kaynaklık edemeyecekleri bir demokrasiye ve yargı sistemine ihtiyacımız var. Ülkemizdeki tüm önemli sorunların gelip tıkandığı mecra yargıdır. Yargı kötü, yargı hukuktan bihaber, eh deneyimleyerek biliyorum, yargı ufunet kuyusu! Bu acı tabloyu değiştirmek yönünde kalıcı adımlar atılmadıkça hâkimler hep konjonktürün emrettiği şekilde karar alacaklardır.
Bu çember aşılırsa, hukuksuzluğun çok ötesine taşmış bu kötülük girdabından, git git bitmeyen bu yargılamadan o zaman özgürlüğe açılabilirim belki.
Umut etmek istemiyorum, zira acı sonuçları olabilir mahpuslukta. Yine de 1 Haziran’daki duruşma için çabanız olsun. Benim adıma siz umut edin. Devlet dersinde çok öldürülen bir karaşın olarak duyarlılığınızı, sesinizi bekliyorum ki bu ”ölmek” bitsin. Yort savul! deyin, benim için, özgürlüğe kavuşmam için deyin. Yollar benim için açılsın bu sefer. Olmaz mı? Ha gayret!”
Yarın, 1 Haziran Çarşamba günü, İlhan Çomak’ın duruşması var.
Ha gayret! İlhan için söyleyelim: Yort savul!
Nurcan Baysal
As published in T24 on 29.05.2016, Diyarbakır