Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Hiç kimsenin başının öne eğilmeyeceği bir ülkedir hayalimiz

Türkiye’nin en güzide üniversitesi Boğaziçi’nden korkunç görüntüler geliyor. Üniversite çevresindeki binaların tepesine yerleştirilmiş keskin nişancılar, yürüyen öğrencilere “aşağı bak terbiyesiz” muamelesi yapan polisler ve bu muameleye karşı direnen öğrencilere şiddet uygulayan güvenlik görevlileri.

Haftalardır Boğaziçi, öğrencileri ve akademik personeliyle direniyor. Ne için direniyor? Özerklik için, üniversitenin özerk yapısının korunması için. Tıpkı Diyarbakır ve diğer Kürt illerindeki belediyelere kayyım atandığında halkın haftalarca direnmesi gibi. Halkın kendi seçtiği insanlar tarafından yönetilmesi, üniversitelerin o üniversitelerin akademisyenleri tarafından seçilen kişilerce yönetilmesi, bir köyün, sakinleri tarafından seçilen muhtarlarca yönetilmesi özerkliğin olmazsa olmazı. Ama özerklik sadece seçimle bitmiyor. Kamu bütçesinden kurallar dahilinde özel bir bütçe oluşturmasını sağlayacak kaynağı vermeyi de gerektiriyor.  Bu özerklik talebine karşı hükümet ne yapıyor? Özerklik isteyenleri ya “terör destekçisi” ya “sapkın” ya da “değerlere hakaret etmekle” suçluyor.

Belediyelerden, köylere kadar, yönetimle ilgili tüm bu yapıları, halkın temsilcisinin yönetmesi başka, devleti ele geçirmiş küçük bir zümreye ya da tek kişiye biat eden partizan birinin yönetmesi başkadır. Bu üniversiteler için de geçerlidir. Demokrasilerde bunun çeşitli adları vardır, bazen Avrupa Yerel Yönetimler Şartında olduğu gibi “yerel özerklik” denir buna, bazen “ademi-merkeziyetçilik” denir. Temelde hepsi aynı kapıya çıkar: Yerelin güçlendirilmesi ve kendi seçtiği insanlarca yönetilmesi.

AKP iktidara ilk geldiği dönemde bununla ilgili epey bir çalışma yaptırmıştı. Bu çerçevede Kalkınma Ajanslarını kurmaya çalıştı ancak devletin Kürt fobisi ajansların ne iller bazında düzgün belirlenmesine ne de düzgün işlemesine olanak verdi. Birkaç yıl içerisinde Kalkınma Ajansları projelere fon dağıtan sıradan devlet kurumlarına döndü.

Yerelden yönetilmemenin Türkiye’ye maliyeti çok büyük oldu.  İki gün önce FOX TV’de İsmail Küçükkaya’nın sunduğu  ana haber bülteninde bir çiftçi sorunlarını anlatırken şöyle diyordu: “Siz Ankara’dan buradaki tarımı, üretilecek ürünü belirlerseniz tarım çöker”. Çok haklı, aynı şeyi uzun yıllar dolaştığım Anadolu’nun birçok kırsal bölgesinde gördüm. Yerel özerklik, yerelden yönetim, yerel yönetişim olmadıkça ne doğru karar verilebilir, ne şeffaflık olabilir, ne de ülke ekonomisi düzelir. Aynı zamanda demokrasinin de temelidir bu özerklik.

Boğaziçi meselesine dönecek olursak;

“Sapkınlık” ya da “halkın hassasiyetleri” diyerek bir taraftan tutturacağını sanıyor hükümet ve atadığı kayyım. Ama halk aptal değil, herkes her şeyi biliyor. Kendi destekçileri yetmeyince trolleri kullanmaya başlıyorlar. Trollerle kamuoyu hassasiyet gösterdi algısı yaratmaya çalışıyorlar. Ama yine olmuyor. Halk yorgun, halk bıkmış, halk onu dinleyen, onun seçtiklerine saygı duyan bir yönetim istiyor. Bugün Diyarbakır’da konuştuğum biri şöyle söylüyordu: “Bıkmışız Nurcan Hanım, inan bıkmışız. İktidar her şeyi provoke ediyor. Benim verdiğim hiçbir karara itiraz etmeyeceksin diyor. Kimse demiyor mu bunlara, yeter yav, yeter, halk yoruldu diye”.

Herkesin yönetim, sorumluluk ve sınırları vardır.  Bu sınırları yok etmeye çalıştığınız zaman karşınızda yasalar, Anayasa vardır. “Ben devletim” diyemez hiçbir güvenlik görevlisi ya da bir “rektör”. Karşısındaki akademisyenler kadar devlet görevlisidir o da, daha fazlası değil. Kendisine yasalarca tanımlanan sınırlar çerçevesinde çalışır ve karşılığı olan maaşını da halk tarafından ödenen vergilerden alır. Boğaziçi’nden Diyarbakır’a, Şırnak’a, Artvin’e, Kazdağları’na olması gereken budur.

Kulluk dönemi kapanalı çok zaman oldu. İmparatorluklar, padişahlıklar, saraylar biteli çok oldu. Demokrasilerin olduğu bir yüzyıldayız. Bu yüzyılda padişah yok, kul yok, baş eğmek yok.  Özgürlükler var, haklar var, özerklik var, seçim var, seçimle gelmek, seçimle gitmek var, karşındaki ister rektör ister polis, ister ülkenin başkanı olsun, herkesin başı dik bir şekilde, onurluca yaşama hakkı var.

Türkü, Kürdü, Ermenisi, Alevisi, Sünnisi… ile bu ülkenin halkları daha demokratik bir ülkede yaşamak istiyorlar.  Hapsede atsanız, özgürlüklerinden de çalsanız, vatanlarına hasret bıraksanız da durum bu. Hiç kimsenin diğerine kulluk yapmayacağı, kimsenin başının öne eğilmeye zorlanmayacağı bir ülkedir hayalimiz!