“İlimizde kayıtlı öğrenci sayısı 492 bin 975’dir. Bu yıl sekizinci sınıfı bitiren 47 bin 228 öğrenciden 4 bin 300’ü örgün eğitime kayıt yaptırmamıştır. Örgün eğitim dışında kalan çocuklarımız için kaygılarımız var. Uzaktan eğitimle beraber Diyarbakır’da EBA’ya giriş yapabilen öğrenci sayısı oldukça düşüktür. Mart-Haziran aylarında Diyarbakır’da, merkez Bağlar ilçesinde 24 bin 430, Sur’da 20 bin 636, Silvan’da 15 bin 428 öğrenci olmak üzere toplam yaklaşık 200 bin öğrenci bir saniye bile EBA’ya giriş yapmamıştır. Bu uygulamalara ısrar edilirse bir nesli kaybedeceğiz.”
Bu sözler Diyarbakır Eğitim-Sen Şube Başkanı Sadrettin Kaya’ya ait. Geçen hafta Diyarbakır’da, siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerinden oluşan Eğitim İzleme Komisyonu tarafından yapılan açıklamada eğitimdeki sorunlara değinilerek bir nesli kaybediyoruz endişesi dile getirildi.
Bunun üzerine devlet okullarında öğretmenlik yapan birkaç öğretmeni arıyorum. Diyarbakır’ın yoksul bir semtindeki bir okulda fen derslerine giren bir öğretmen tanıdığım şöyle söylüyor:
“Benim öğrencilerimden, koca sınıftan sadece 2 bazen 3 öğrenci derslere online katıldı. Çoğunun derslere katılacak IPAD, bilgisayar gibi teknolojik eşyaları yok, birçok mahallede de internet altyapısı sıkıntılı. Şimdi bakanlık katılmadıkları dersler üzerinden bu çocuklara not vermemi istiyor, karne notu vereceğim çocuklara, ama nasıl vereceğim bilmiyorum. Dün oturup bunu uzun uzun düşündüm, diğer öğretmen arkadaşlarla da sürekli bunu konuşuyoruz. Ben en azından kendim herkese en düşük not olarak 90 vermeyi düşünüyorum, çünkü eğitimdeki bu sıkıntıların bedelini çocuklardan çıkaramam, vicdanım rahat etmez. Bu da çözüm mü, değil tabi.”
İnternet altyapısı kırsal alanlarda daha da sıkıntılı. Uzun yıllar çalıştığım Bitlis’te bir köy okulunda öğretmenlik yapan bir tanıdığı arıyorum:
“Pandemide köy okullarını kapatmak gerekli miydi emin değilim, çünkü köy okullarında öğrenci yoğunluğu pek olmuyor. Kapatırken de düşünmediler bu çocuklar EBA’ya nasıl girecekler diye. Benim sınıfımdaki çocuklar genelde 7-8 kardeş, en azı 5 kardeşe sahip. 5 çocuk bir evde nasıl 1 TV’den yapılacak eğitim programı ile eğitimine devam edebilir ki? Buralarda internet altyapısı zaten çok kötü. Ancak yüksek yerlere çıkacaksın ki internet çeksin. Havalar iyiyken yine tepeye yürüyüp orada derse girmeye çalışan çocuklar oldu ama sonra kış geldi, hepsi artık evlerdeler. Çok üzülüyorum çünkü pırıl pırıl, başarılı olabilecek öğrenciler, yazık oluyor onlara.”
Öğretmenleri dinleyince insan şu soruları düşünmeden yapamıyor: Neden MEB Mart’tan beri EBA’nın altyapısını güçlendirmedi? Neden dezavantajlı tüm çocuklara tablet dağıtılmadı? Neden internet altyapısı güçlendirilmedi? Mart ayından beri bu süreç neden doğru düzgün yönetilemedi?
Bu sefer Diyarbakır’ın kısmen daha refah bir mahallesindeki okulda öğretmenlik yapan bir arkadaşımı arıyorum. “Dersler nasıl gidiyor?” gidiyor soruma farklı bir cevap veriyor:
“Çocuklara sınav yapmayacağız, performans notu vereceğiz. Bu notu da online derslere giriş ve derslerdeki aktiviteler üzerinden vereceğiz. Ancak benim öğrencilerimin %50’si derse girmiyor. Bunların bir kısmı internet altyapısından dolayı, ama bir kısmı imkânı olup da girmeyen öğrenciler. Benim öğrencilerimin çoğunda akıllı telefon var, kendisinde olmasa annesinde babasında var. Ancak kurulan sistem öylesine sağlıksız ki, imkânı olan öğrenci bile online derse girmiyor, girmek istemiyor. Biz online derslerle çocuklara ulaşmıyoruz, çocukların motivasyonunu internet üzerinden sağlayamıyoruz. Pandemi başladığından beri her hafta ders programı değişti. Bıktı çocuklar, bizler de. Bir de bazıları ‘öğretmenler rahata alıştı’ diyorlar. Öyle bir hale geldik ki, vallahi yarın okul açılsa gece bile okulda yatmaya razıyım”.
Başka bir öğretmen, özellikle ilkokul 1. sınıflara çok üzüldüğünü, zaten anadili Türkçe olmayan bu çocukların online eğitimde bir şey anlamadıklarını ve bu yıllarının tamamen boşa geçtiğini söylüyor. Bir başka öğretmen sınav yılı olan çocukların işinin zorluğundan bahsediyor: “Çocuklar okula gidemiyor ama yıl sonunda lise giriş sınavına girecekler, hem de tüm derslerden sorumlu olarak. Bu çocuklar bu dersleri doğru düzgün görmediler ki, nasıl sorumlu tutulabiliyorlar inanın anlamış değilim”.
Son olarak Diyarbakır Sur’da yıllardır çalışmalarını yakından takip ettiğim bir çocuk derneğini arıyorum. Dernek çalışanlarından biriyle görüşüyorum:
“Pandemi ile birlikte yeni çocuk hakları ihlalleri oluştu, başta da eğitim hakkı ihlal edildi. Bizim çalıştığımız mahallelerde şunu gördük; çocukların eğitimindeki bu aksaklık çocukları çocuk işçiliğine yöneltti. Eğer okula gitseler ya da bu süreçte sağlıklı bir eğitim sistemine eklemlenseler çalışmayacaklardı. Ama şimdi bizim bu mahallelerde eğitimden kopan çocuklar çocuk işçiliğine yöneldiler. Eğitimden kopmanın başka sonuçları da oldu. Akran zorbalığı ve aile içi şiddet o kadar çok arttı ki. Düşünün evde 1 cep telefonu var ve 4 çocuk varsa, genelde büyük çocuk baskı uygulayarak o telefonu alıyor. Ev bir şiddet alanına dönüştü.”
Sur’da görüştüğüm mahalle muhtarları da eğitimden kopan kız çocuklarının erken evlendirildiğinden bahsediyor. Bölgenin birçok kentinde tarım işçiliğine giden çocuk sayısında da ciddi bir artış var. Okullar pandemiden dolayı sağlık açısından riskli olabileceği nedeniyle kapalı ama küçücük çocukların tarım işçiliğine tıka basa en zor koşullarda gitmeleri ve gittikleri yerlerde yine tıka basa zor koşullarda çalışmaları, çocuk haklarını geçtim, sağlık açısından bile riskli olmuyor nedense.
Kısaca pandemi tüm bir nesli vurdu ama en çok da yoksul çocukları, dezavantajlı çocukları, kız çocuklarını, göçmen çocukları, anadili Türkçe olmayan çocukları vurdu. Bir yandan çocuk gelin sayısında artış, bir yandan çocuk işçiliğinde artış, bir yandan eğitimden kopan yüzbinlerce çocuk.
Öyle görünüyor ki biz bir nesli çoktan kaybettik.