1 ay sonra tekrar memleketteyim. Hava soğuk ama güneşli. Her zamanki gibi ilk işim Sur’a gitmek. 15 dakikalık yol, yoğun trafikten dolayı 45-50 dakika sürüyor. Sur araç ve insan seline teslim olmuş, tıklım tıklım. Bu araç ve insan selinin içinde yürümek epey meşakkatli. Ulu Cami’ye gidiyorum. Ulu Cami önüne kürsüsünü atan oturmuş. Ben de oturuyorum. Tanıdık birkaç esnaf bana çay söylüyor.
Sohbete başlıyoruz:
-Maşallah bu ne kalabalık. Bu turist kalabalığı mı, Diyarbakırlılar mı?
-Çoğunluk yerli turist Nurcan Hanım. Sur yine canlanıyor. Bu Güneştekin sergisi de iyi oldu. Sergiye özel turlar da geliyor.
-Memnunsunuz yani?
-Valla böyle giderse birkaç yıla toparlanırız, ama böyle gider mi bilmiyorum.
-Niye ki?
-Şimdi 2015 öncesine yavaş yavaş dönüyoruz. 2015-2016 hendek olaylarında en az 20 yıl kaybettik. Şimdi yine bir şeyler olacak diye huzursuzuz.
-Ne olmasını bekliyorsunuz?
-Yani bir şey bildiğimizden değil de, işte seçim falan, bu adamlar böyle kolay gitmez. Geleceği öngöremiyoruz.
Çay için teşekkür edip, kilim almaya köşedeki Fadlı Ustaya uğruyorum. Fadlı Usta da canlanmadan nasibini almaya başlamış:
-Usta, bu dükkânın hali ne, niye hiç yeni mal yok?
-Nurcan Hanım inan daha 1-2 aydır yavaş yavaş bir şeyler satmaya başladık. Borç birikmiş. Elimize biraz para geçecek ki mal alacağız. Daha o noktaya gelemedik. Ama buna da şükür.
Karşıdaki Altıncılar Çarşısı’ndaki esnaf ise kan ağlıyor:
-Kimse altın alacak durumda değil. Fiyatlar günlük artıyor Nurcan Hanım. Geçen hafta Altın Fuarı vardı. İnan koca fuar bomboş geçti. Kimse bir şey satamadı, alamadı da.
Diyarbakırlılar yıkımı unutmuş gibi, muhtemelen herkes unutmaya ve yaşama tutunmaya çalışıyor. Sur’un her tarafında pıtırcık gibi çoğalan kafelerden birine oturuyorum.
Gençler yanıma geliyor.
-Hoş geldin Nurcan Abla.
-Hoşbulduk. Nasılsınız?
-Memleket gibi Abla.
-Memleket nasıl?
-Yaralı ama ayakta.
-Herkes yaşananları unutmuş gibi.
-Unutmadık, unutmadık da abla, hayat devam ediyor. Yaşam mücadelesi devam ediyor. Bir de yorulduk be abla. Bak ben 25 yaşındayım. 25 yıldır hep ölüm, hep yıkım. Kendimi inan 60 yaşında gibi hissediyorum. Artık iyi bir şey görmek istiyorum bu hayatta.
-İnşallah görürsünüz, ne diyeyim.
-Abla, bir 10 dak. burada oturup kahve içiyoruz ya, o bile iyi geliyor. Ben artık yıkıntı görmek istemiyorum.
Kalabalıktan sıyrılarak iç sokaklara, oradan yıkık alana doğru yol alıyorum. Elimde değil, ayaklarım beni aynı yere götürüyor. Bariyerlerin arkasından uzun uzun yasaklı alana ve yıkıntılara bakıyorum. Hislerimin uyuştuğunu fark ediyorum. Villalar ve yıkıntıların iç içe olduğu alan bana acıdan başka bir şey hissettirmiyor. Korkuyorum kendimden. Yaşananları unutmaktan ve artık hissedememekten çok korkuyorum. Konuştuğum gençler gibi, arkamı bariyerlere ve yıkıntılara dönerek, hızlı adımlarla bir kahve içmeye kalabalığa karışıyorum.
Kalabalığın içinden bir müzik sesi yükseliyor. Ciwan Haco söylüyor:
Dîyarbekir mala mine / Ev mesken û bavû kalê mine
(Diyarbakır evimdir / Babamın dedemin yurdudur)