Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Devlet neydi, ne oldu?

Yıllardır haftada bir evimize temizliğe gelen Şehriban Abla’nın evlere temizliğe gitmesinin nedeni kızını okutmaktı. Evde bir çocuğun okuyabilmesi için temizliğe sadece o gitmiyor, diğer büyük kızlar da kardeşlerinin okuması için temizliğe gidiyordu.

Plan şuydu; kız kardeşleri hemşire olacak, sonra o da onlara bakacaktı. Tüm aile aslında bir çocuğun okuyabilme ihtimali üzerinden hayatta kalma stratejisi geliştiriyordu. Şehriban Abla kızının hemşire olabilmesi için bir özel liseye gittiğini anlattığında epey şaşırmıştım doğrusu. Onca yıl çalışmanın ve bağlanan büyük umutların sonunda kızı hemşire de olamamıştı.

Biz 7’si kız 10 çocuktuk. Babam manavdı, annem ev kadını. Üniversite yıllarımıza kadar eğitimimizi karşılamakta çok zorlanmamıştı ailem. Bizim kuşaktaki çoğu çocuk gibi siyah önlük, defter, kalemdi ihtiyaçlarımız.

Çalışkan çocuklardık da. Bu nedenle dershanelere burslu gitmiş, çoğumuz Diyarbakır Anadolu Lisesi’ni bitirmiştik. Anadolu Lisesi’nden gayet iyi üniversiteleri kazanabildiğimiz yıllardı. Üniversitede okumamız ile babam epey zorlanmışsa da, her gün sattığı meyve ve sebzenin parası ile idare edebilmiştik. Devlet yurtlarında kalıyorduk, burs alıyorduk, okuldan sonra da çalışıyorduk.

Bir öğrenci olarak iş bulmakta zorlandığımı da hatırlamıyorum. Boş oldukça anketörlük yapıyordum, bazen de tezgahtarlık. Akşamları da Kızılay’daki Alman Kültür’e burslu gidip İngilizcenin yanında 2. bir dili öğrenmeye çalışıyordum. 4 yıllık üniversite eğitimim boyunca Cebeci Kız Öğrenci Yurdunda kaldım. Önce 10, sonra 4 kişilik odalarda.

Evet, yemekler iyi değildi, yurt ağır bir yumurta kokusu içerisindeydi ama yine de benim gibi Anadolu’nun çeşitli illerinden gelen öğrencilere güvenli bir yuva olabilmişti Cebeci Kız Yurdu. Mezun olduktan sonra iş bulmak da çok zor değildi. Siyasaldan mezuniyetimden hemen 1 ay sonra Bilkent’te asistan olabilmiştim. Bir genç olarak hayatımız bugünkü gençlere göre daha umut doluydu da sanırım.

Benim çocuklarım ise özel okullara gitmelerine rağmen benim ve ablamların okudukları üniversitelerde okuyabilirler mi emin değilim. Bugün milyonlarca çocuk özel okulun yanı sıra yıllardır ders alıyorlar, etüt merkezlerine gidiyorlar, kafalarını testlerden ve sınavlardan kaldıramıyorlar. Çocuklukları ve gençlikleri böyle geçiyor. Artık Türkiye’nin her yerinde üniversite var, ama bu üniversitelerden mezun olmak bir anlam ifade etmiyor. Bir avuç kalmış iyi üniversitelere girmek ise büyük bir mücadele gerektiriyor.

Diyarbakır Şehitlik’ten bir manavın kızının artık Boğaziçi’ne, Cerrahpaşa’ya ya da Mülkiye’ye girmesi mucize gibi bir şey. Devlet yurdu çıkması, burs alabilmesi, hatta ve hatta öğrenciyken iş bulabilmesinin mucize olması gibi.

Birkaç haftadır üniversite öğrencileri “barınamıyoruz” diyerek seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Öte yandan da birçok kişi evlerini, odalarını bu gençlere açarak bu gençlerle dayanışmaya çalışıyor. Buradan görüyoruz ki toplum aslında dayanışmaya hazır. Kazanandan alınan vergiler zaten bu gençler okuyabilsin diye değil mi?

Şehitlik’teki, Bağlar’daki, Cizre’deki, Artvin’deki, Kütahya’daki çocuklar iyi, nitelikli eğitimler alabilsin; saray değil, okullar yapılsın, özel uçaklar değil burslar verilsin, kuleler değil, yurtlar dikilsin diye alınmıyor mu vergiler?

Benim bildiğim devlet bir araçtır. Devlet kamunun sosyal adalet anlayışının bir yansımasıdır. İnsanlar yaşamlarını güvence altına alabilecek, sürekli barışı ve güveni sağlayabilecek araçları elde edebilmek için devlet kurmuşlar; ve devletin otoritesine rıza göstermeyi kabul ederken herkese eşit uzaklıkta bir devlet ve herkesin eşit haklara sahip olduğu, sosyal adaletin sağlandığı bir toplumdan yana tercih yapmışlardır.

Yani, devletten beklenen eşitlikçi, adil ve güvenilir olmasıdır. Sadece bunu da kapsamaz devletle toplum arasındaki toplumsal sözleşme. Toplumun birlikte daha iyi ve daha doyurgan bir yaşama kavuşması için de yapılan bir anlaşmadır bu.

Devlet egemen bir sınıfı zenginleştirmenin değil toplumun bu yaşama kavuşması için bir araçtır. Düzeni kurmak, adalet, eşitliği sağlamak için bir araçtır. Toplum, devleti bu işleri yapsın, toplumu daha iyi bir yaşam düzeyine kavuştursun diye kurmuştur.

Fetih yapsın, saray yapsın, vergilerden bir sınıfa kayırmacılık yapsın; daha eşitlikçi, adil ve iyi bir yaşama kavuşmak için verilen vergileri özel uçaklar, makam araçları alarak çarçur etsin diye kurmamıştır.

Şu an Türkiye’de bir yandan gençler barınamamakta, öte yandan da, barınamayan bu gençlerle dayanışmaya hazır bir toplum var. Yani bir yandan ihtiyaç, bir yandan da bu ihtiyacı karşılamak için toplumsal istek vardır.

Ama ortada büyük bir sorun var. İhtiyaçla dayanışmayı bir araya getirecek toplumsal mekanizma, araç, yani devlet yok.

Bugün Türkiye’deki devlet, artık devlet olmaktan çıkmıştır. “Şirket devlet” denilmektedir. Ama bence bugün Türkiye’deki devlete şirket bile denemez. Şirket olsaydı, uzun vadede “kazanmak” için geleceğin emekçilerine “yatırım yapmayı” düşünürdü.

Şu andaki “devlet” ise, eşitsizlik ve adaletsizliği derinleştirmekten, kendi ve yandaşları dışındakilerin yaşamının gittikçe kötüleşmesini sağlamaktan başka bir şey yapmamaktadır.

Gençlerini, geleceğini bile sokağa atmaktan çekinmeyen bir devlettir karşımızdaki.

Toplumsal sözleşme temelinden çökmüştür.