“Silahlı Çatışmanın Sürdüğü İllerde Çocukların Durumu” isimli bir rapor okuyorum. Rapor Hümanist Büro tarafından “Savaş İstemiyoruz, Çocukları Öldürmenizi İstemiyoruz” Girişimi için hazırlanmış.
Temmuz 2015 ve sonrasına odaklanan raporun amacı bu süreçte Kürt illerinde hayatını kaybeden, yaralanan çocukların ve onların başına bu sonuçların gelmesine neden olan olayların görülmesini sağlamak.
Rapora göre 26 Temmuz 2015 – 31 Aralık 2015 tarihleri arasında, Diyarbakır, Şırnak, Ağrı, İstanbul, Mardin, Van, Ankara, Hakkari ve Adana illerinde en küçüğü 35 günlük bebek, en büyüğü 18 yaşında olan en az 58 çocuk hayatını kaybetti. Bu çocukların bir kısmının cenazeleri sokağa çıkma yasağı nedeniyle gömülemedi, evde bekletildi. Yine aynı tarihler arasında ve aynı illerde en küçüğü bir kaç aylık bebek, en büyüğü 18 yaşında olan en az 56 çocuğun yaralandı, bu çocuklardan bazıları uzuvlarını kaybetti. Yaralanan çocukların bir kısmı uzunca bir süre hastaneye götürülemedi.
Silahlı çatışmanın yaşam hakkı ihlali dışında çocuklara verdiği zararlar
Rapor yaşam hakkı ihlali dışında bu süreçte çocukların gördüğü diğer zararlara da geniş bir şekilde değiniyor: Okulların kapalı olması, okula devam edememe, sınavlara girememe, çocuklar halen içerideyken karargâh haline getirilen evler, hasar gören ev, okul ve hastaneler, sağlık hizmetine ulaşamama, elektriksiz ve susuz kalma, çatışmalardan kaynaklı evdeki doğumlar ve doğum sırasında ölümler, tutuklanan çocuklar, kötü muamele gören çocuklar, göçe maruz kalan çocuklar, anne-babasının ölümüne tanıklık eden çocuklar, ölen yakınlarının cesetleri ile aynı ortamda kalmak zorunda kalan çocuklar, ruh sağlığını yitiren çocuklar, silahlı çatışmaya katılan çocuklar, insanlık dışı muameleye tanıklık eden çocuklar… gibi
“Savaş İstemiyoruz, Çocukları Öldürmenizi İstemiyoruz” Girişimi devlete Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’nden ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye Ek Çocukların Silahlı Çatışmalara Dahil Olmaları Konusunda Seçmeli Protokol’den kaynaklanan yükümlülüklerini hatırlatıyor. Bu yükümlülüklere göre devlet silahlı çatışmadan etkilenen çocuklara koruma ve bakım sağlamak amacıyla mümkün olan her türlü önlemi almak zorunda.
Çocuğa ilişkin tüm bu statünün korunması için aslında sadece devlette değil toplumda da yeni bir bakış açısı oluşturmak gerekiyor. Bu çerçevede telefonla görüştüğüm Hümanist Büro’dan avukat Seda Akço Bilen şöyle söylüyor:
“Çocuklar için ideal olan elbette barış ortamıdır. Barış, her insanın olduğu gibi çocuğun da hakkıdır. Üstelik çocuklar gelişmekte olan bireyler olarak, tam da buradan yara almış oldukları için bu yaraları geleceklerine de taşırlar. Bu nedenle çocuklar için daha da önemlidir, barış. Ancak gene aynı gerekçe ile insancıl hukuk da çocuklar bakımından çok değerlidir. O da çocuğun yararının korunmasının barışa ertelenmemesini gerektirir. Çocuk, silahlı çatışma ortamında özel bir statüye sahip olmalıdır ve elinde silah bulunduran herkes bu statüyü tanımalıdır.
Bunun tanınmaması, çocukla birlikte çocukluğun ve çocuğun değerinin de yitirilmesine neden oluyor ki, bu durum barış zamanı içinde de çocukların birçok hak ihlaline karşı korumasız olmayı sürdürmesi anlamına gelir.
Bu yüzden çocukların silahlı çatışmadan korunmalarına ilişkin haklarını tanımak ve bu hakkın korunması üzerinde titizlikle durmak zorundayız.”
Savaş durumunda çocukların haklarının korunması için, yazıp çizenlere, medyaya da büyük sorumluluk düşüyor. Öncelikle çocuk ölümlerini diğer ölümlerin içinde vermeyerek, ayrıştırmak önemli bir konu. Haber ve bilgi verirken ölen çocukların yaşlarının vurgulanması, ölenin çocuk olduğuna dikkat çekilmesi gerekiyor. Bir diğer önemli husus da savaş ortamında dahi çocuğun korunması gerektiğini sık sık vurgulamak. Bu, çocukların çatışmada zarar görmelerini doğal kabul eden anlayışın değişmesi için de önemli.
Çocuklar ölüyor, çocuklar yaralanıyor, çocuklar aç susuz kalıyor, çocuklar ruh sağlıklarını yitiriyorlar! Bunun etkileri çok uzun yıllar devam edecek. Türkiye’yi ve uluslararası kurumları bu yaşananlar karşısında, biran önce Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’den kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmeye davet ediyorum!
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 15.02.2016