Van Depremi’nin ikinci gününde Van’a ulaşmıştım, ve ondan sonra uzunca bir süre Van’da kaldım. Deprem zamanı çektiğimiz sıkıntıların başında, Valilik ve Belediye arasında yardım çalışmaları konusunda bir koordinasyon olmaması geliyordu. Dönemin Van Valisi, Belediye Başkanı Bekir Kaya ile görüşmüyordu ve bu “küslük” Van’daki yardım çalışmalarını oldukça olumsuz etkiliyordu. Üç yıldır cezaevinde olan sevgili Osman Kavala ile Valilik ve Belediye arasında mekik dokuyorduk ilişkileri düzeltmek için ama Vali Nuh diyor peygamber demiyordu.
Van depremi sırasında Türkiye büyük bir dayanışma gösterdi. Olumsuz, canımızı sıkan ırkçı ve ayrımcı yaklaşımlar olmuyor değildi ama dayanışma, yardımlaşma o kadar büyük ve güçlüydü ki, yardım malzemeleri arasında gelen o bazı ırkçı notların canımızı sıkmasına izin vermiyorduk. Doğusu Batısıyla Türkiye’deki sivil toplum örgütleri, vakıflar, iş insanları Van ile büyük bir dayanışma gösterdiler o dönem. Belediyeler aş evleri kurdu, Özyeğin Vakfı gibi vakıflar geçici hastaneler, travma merkezleri, okullar kurdular. Sivil toplum devletten çok daha hızlı, becerikli ve koordineli çalıştı. Bugün Van’ın toparlanmasında Türkiye’deki sivil toplum örgütleri ve vakıfların büyük katkısı var. Deprem sonrası yaşanan dayanışma bu ülke için umutlanmamı sağlamıştı o dönem.
Van depremini nasıl yaşadık, deprem sonrası yardım çalışmalarında yaşadığımız sıkıntılar nelerdi, bunların detayları 2013 yılında yazdığım, İletişim’den çıkan O GÜN isimli kitabımda var. Ama bugün, aradan 9 yıl geçmesine rağmen, İzmir depreminde de sürekli aynı hataların yapıldığını görmek canımı çok sıktı. Bugün üstüne üstlük yaraları saracak birçok sivil toplum örgütü artık yok, çünkü binlerce sivil toplum örgütü OHAL Kararnameleri ile 2016-2017 yıllarında kapatıldılar. Neyse ki elde kalanlar, belediyeler, AFAD, itfaiyeciler, kurtarma ekipleri, oteller, madenciler… yine büyük bir dayanışma içindeler.
Yine binalar, evler, içinde yaşayanlara tabut olmuş; rant uğruna deprem gerçeği yok sayılmış, ama biz halk olarak yıllardır alınan deprem vergilerinin nereye gittiğini sorgulayamıyoruz. “Deprem vergileri nereye gitti?” diye soranlar hakkında soruşturma başlatılıyor. Onca insan canını kaybetmiş, pırıl pırıl çocuklar kalmış enkazın altında, raflarda kalan bir Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı var, ama neden uygulanmıyor, sorgulayamıyoruz. Bina denetimleri neden yapılmıyor, bu binalara ruhsatı hangi kişi ve kurumlar verdi, sorgulayamıyoruz. Daha önceki depremlerin müteahhitleri vekil olmuş bugün, “neden?” diye soramıyoruz. Bir kez daha enkazın tepesinde siyasi şov yapılırken, bizler de halk olarak bir sonraki depremi bekliyoruz çaresizce.
Gözümüzün önünde hep aynı kareler, uyumuyoruz, her saniye bir umut bekliyoruz, İdil çıkartıldı, kardeşi İpek öldü. Elif bebek yaşıyor… Birkaç ay sonra unutulacak deprem de depremzedeler de. Bir sonraki deprem aynı çaresizlikleri yaşayacağız tekrar. Sorum hepimize aslında: Hiçbir şey yapmadan, bir sonraki depremin gerçekleşmesini mi bekleyeceğiz? 21 yıldır alınan deprem vergisinin nereye gittiğini sormayacak mıyız gerçekten? Yaşam enerjimizi, heyecanımızı, huzurumuzu, mutluluğumuzu elimizden aldıkları gibi, yurttaş olma hakkımızı, hesap sorma hakkımızı da elimizden aldılar. Her anlamda enkazın altındayız.
Çıkmamız lazım bu enkazdan. Geç kalıyoruz, bu dönemi artık geride bırakmak zorundayız. Başka binaları, başka evleri, vatandaşın hesap sorabildiği, devletin de vatandaşa hesap verdiği bir yönetimi, başka bir yaşamı bizler de çocuklarımız da hak ediyoruz. Ne iktidar ne muhalefet halkın derdini dert etmiyor. Çıkmak için bu enkazdan, yurttaş olarak bizlerin ayağa kalkıp, basitçe “hayır” dememiz gerekiyor.
Bir not da düşeyim bu yazıya. Osman Kavala eğer dışarıda olsaydı, bugün mutlaka İzmir’de deprem alanında olurdu. Depremzedelerin şimdiki ihtiyaçlarını ve gelecekti olası ihtiyaçlarını çoktan düşünmeye ve planlamaya başlamış olurdu.