Birkaç gün önce memleketim Diyarbakır’a gelen AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunda Mustafa Kemal Atatürk tarafından davet edilenler arasında “Kürdistan mebusunun da olduğunu” söyledi. Oysa geçtiğimiz yıllarda, ben dâhil birçok insana “Kürdistan” kelimesini yazılarımızda kullandığımız için soruşturmalar açıldı.
Kürdistan konjoktüre göre Türk hükümetleri için bazen var olan, bazen de olmayan bir yer. Barış süreci sırasında, TBMM’de rahatlıkla kullanılan Kürdistan kelimesi, sürecin rafa kaldırılması ile yasaklandı. Kürdistan kelimesi meclis tutanaklarına geçirilmemeye, hatta bu kelimeyi kullanan vekillere disiplin soruşturması açılmaya başlandı.
Hatırlayalım bir önceki dönem HDP Şanlıurfa Milletvekili olan Osman Baydemir TBMM kürsüsünde, “Kürdistan’dan gelen bir temsilci olarak bu çatının Türk ve Kürt ortak çatısı olmasını istiyorum” cümlesini kurduğu için Genel Kurul’dan iki birleşim çıkarma ve 12 bin lira para cezası almıştı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu kelimeyi konjoktüre göre en sık kullananlardan. Barış sürecinde “Kürdistan”ın varlığını” konuşmalarında kabul eden Erdoğan, sürecin bitimi ile kendisini eleştiren Kürtlere sık sık “Yallah Kürdistan’a” demeyi ihmal etmedi. En son 17 Mart’ta Gündoğan’da yaptığı konuşmada Erdoğan “Burada Kürdistan yok. Çok meraklı isen Irak’ın kuzeyinde var. Oraya defol” diyerek seslenmişti HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli’ye.
Birkaç gün önce AKP’li Binali Yıldırım Diyarbakır’da Kürtlere gül dağıtırken, aynı günlerde AKP’li Bitlis ve Tatvan belediyeleri Kürtçe tabelaları kaldırmakla uğraşıyordu. Önce Bitlis Belediyesi binasının önünde Türkçe-Kürtçe asılan tabela kaldırıldı ve yerine Türkçe tabela asıldı.
Daha sonra Tatvan Belediyesi de aynı uygulamayı yaptı. Hızını alamayan Tatvan Belediyesi ertesi gün mahalle mezarlıklarındaki Kürtçe tabelayı da kaldırdı. Zaten kayyım uygulamaları ile son üç yılda Kürt illerindeki (gördüğünüz gibi yeni bir dava açılmasın diye Kürdistan demiyorum) Kürtçe cadde, sokak, park isimlerinin çoğu Türkçe isimlerle değiştirilmişti.
Kürt dili ve kültürüne ilişkin dernekler, enstitüler kapatıldı, Kürtlerin sembolleri neredeyse Kürt illerinden silindi, anıtları, heykelleri kaldırıldı. Öyle görünüyor ki AKP’li belediyeler kayyımları aratmayacak.
Son dört yılda Kürt dili açısından mecliste de durum farklı değil. Barış sürecinin bitmesinin hemen ardından Kasım 2015’te Leyla Zana’nın mecliste yaptığı Kürtçe yemin X’lendi. O gün bugündür Kürtçe meclis tutanaklarında yok. En az 15 milyondan fazla vatandaşın anadili, o vatandaşları da temsil ettiği söylenen mecliste X’lenen bir dil halini almış durumda.
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen ay bir konuşmasında şöyle söylüyordu:
“İktidarımızdan önce Güneydoğu’da Kürtçe bir tabela göremezdiniz. Biz iktidara geldikten sonra Kürtçe tabelalar, eskiden babalar cezaevlerinde Kürtçe konuşamazdı şimdi cezaevlerinde Kürtçe konuşabilir hale geldiler.”
Yanılıyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanı! AKP’nin ilk dönemlerde yaptığı açılımların hepsinden fersah fersah geriye gidildi. Atadığınız kayyımlar Bölgede Kürt dili ve kültürüne karşı savaş açtılar, bugün de AKP’li belediyeler farklı değiller. Devlet tüm birimleri ile Kürde kan kusturuyor.
1940’larda Kürtçe ıslık çaldığı için dövülen Musa Anter’den, bugün Kürtçe ıslık çaldığı için cezaevine konulan Dicle Üniversitesi öğrencilerine geldik. Kürtçe şarkı söyleyeceğini belirttiği için linç edilen ve çok sevdiği memleketinden uzakta hayata gözlerini yuman Ahmet Kaya’dan, Kürtçe şarkı söylediği için gözaltına alınan düğün şarkıcılarına geldik. “Kürdistan” kelimesini kullandığı için soruşturma açılan, gözaltına alınan insanlara geldik.
Peki, bunca yıl, bunca katliam, bunca ölüm, bunca inkâr, sonuç ne oldu?
Kürtler kimliklerini mi unuttu? Kürtçe bitti mi? Ya da Kürdistan diye bir yer artık yok mu? Kürtleri, Kürtçeyi ve Kürdistan’ı yok saymak Türkiye’ye ve halklarına refah ve mutluluk getirdi mi?
Son 100 yıla şöyle bir bakacak olursak, şunu açıklıkla görebiliriz: Kürtlere ilişkin devletin politikası inişli çıkışlı devam etse de, Kürt tarafında bir süreklilik, devamlılık mevcut. Açılımlar, katliamlar, yasaklamalar… fark etmiyor, 100 yıldır Kürt direnmeye, dilini, kimliğini kullanmaya devam ediyor, dilinden, kültüründen vazgeçmiyor.
Talep hep aynı, 100 yıldır aynı yerde duruyor. Çünkü senin bazen var, bazen yok dediğin şeyler, Kürt için varlık meselesi, yaşam sorunu.
Elbette biz Kürtler ne Erdoğan’ın deyişiyle defolup gideceğiz, ne de Yıldırım’ın Kürdistan deyişiyle bu kadar zulmün içerisinde AKP’yi temize çekeceğiz. Varlığımız, kimliğimiz, kültürümüz kabul edilene dek mücadeleye devam edeceğiz.
Yazıyı bitirmeden, yeni bir dava açılmasına karşı önlemimi de alayım:
1971’de Siirt Mahkeme Salonunda sanık Kürtçenin bilgelerinden, seydalarından Feqi Hüseyin Sağnıç’tır (Mamê Feqi). Mamê Feqi “Kürtçülük yapmaktan” yargılanmaktadır:
-Savcı: Neden Kürtçülük yapıyorsun?
-Feqi: Önce ben bir soru sorabilir miyim?
-Savcı: Sor.
-Feqi: Sizce Kürt var mıdır?
-Savcı: Tabii ki Kürt diye bir şey yoktur!
Mamê Feqi arkasını döner ve kapıya doğru yönelir.
-Savcı: Nereye gidiyorsun?
-Feqi: Sayın Savcı, Kürt yoksa Kürtçülük nasıl yapılır? Ya Kürt var deyin ya da yok diyorsanız beni Kürtçülük yapmakla suçlamayın!
*Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Ahval’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.
© Ahval Türkçe