Beyefendi nasıl bilirmiş bizi! Soğuk, hissiz, militan ve erkeksi!
Yeni Şafak yazarı Ergün Yıldırım, 9 Ağustos’ta kaleme aldığı yazısında Kürt hareketindeki politik kadınların birer dişi Jivago’ya dönerek, soğuk, hissiz, militan, devrimci ve erkeksi olduğunu söyleyerek, Kürt halkını “uyarıyor”:
“Geleneği, dini, namus anlayışını yok sayan ve hatta bunlarla mücadele etmeyi kendilerine misyon biçen militan kadınların hücumu, silahlarından çıkan kurşunlardan daha öldürücü. Çünkü Kürtlerin kadın ve aile sosyolojisini dağıtıyor. Kürt kızları okullarını, ailelerini ve evlerini reddetmeye çağrılıyorlar. Namusa inançları yok ediliyor. Çocuk doğurma ve eş olma küçümseniyor… Bir toplumun sosyolojisini yıkmanın yolu aile ve dolayısı ile onu üzerinde taşıyan anne rolünü çökertmekten geçer. Kürtler de şimdi PKK/HDP/KCK aracılığıyla bu akıbetle yüz yüze.”
Ergün Yıldırım için belli ki kadının toplumdaki rolü, “toplumu ayakta tutan ailenin kutsal anne rolüyle” sınırlı. Öte yandan beyefendinin ne Kürt politik kadınları ne de Kürt halkını doğru düzgün tanımadığı da aşikâr!
Burada uzun uzun bu zata Kürt kadınların nasıl birer politik imgeye dönüştüğünün tarihçesini anlatacak değilim. Kürt kadınların politik dönüşümüne bu kadar meraklı ise Handan Çağlayan’ın Kürt hareketinde kadınlar ve kadın kimliğinin oluşumunu anlattığı “Analar Yoldaşlar Tanrıçalar” kitabını okumaktan başlayabilir mesela. Orada kayıp çocuklarının, eşlerinin kemiklerinin peşine düşen Kürt kadınların nasıl evlerden dışarıya çıkmak durumunda kaldığını ve hak arayışına nasıl katıldığını ve sonunda birer politik özneye nasıl dönüştüklerini öğrenebilir. Hakikat Adalet ve Hafıza Merkezi’nin hazırladığı “Fotoğrafı Kaldırmak” raporundan okuma-yazma bilmeyen, eşleri faile meçhule kurban giden, küçük çocuklarıyla baş başa kalan birçok Kürt kadının kayıp eşlerini bulmak için nasıl karakol karakol gezdiğini, o karakollarda başlarına gelenleri, büyükşehirlere nasıl savrulduklarını ve 20 yıldan fazladır her Cumartesi çocuklarıyla beraber meydanlarda kayıp sevdiklerinin akıbeti için nasıl mücadele verdiklerini öğrenebilir. Beyefendi bu kadar cahilce bir yazıyı kaleme aldığına göre, belli ki araştırma yapmaya okumaya üşenenlerden. O zaman en azından bir Cumartesi bir saatini ayırarak, Galatasaray meydanında yıllardır oturan Kürt kadınları ziyaret edip, kısa bir sohbet yapabilir.
Dağlara gelince, dağa giden Kürt kadınların mücadelesinin şehirden köye Kürt toplumunda kadın erkek eşitliğinin gelişimine nasıl bir katkı sunduğunu görmek istiyorsa şöyle bir yakılan köylere uzanabilir.. 5,5 yıl çalıştığım, boşaltılıp ve yakıldıktan sonra büyük bir mücadele ile köylerine dönen Tatvan’ın Kavar havzasındaki köylülerin evlerine konuk olabilir . Bu köylerde yaşayan, ortalama en az 4-5 çocuk sahibi gayet politik Kürt kadınların ne kadar “hisli”, ne kadar “sıcak”, ne kadar “iyi” anneler olduklarını görebilir.
Eğer hala tatmin olmadıysa beyefendi, Güney’e uzanmasını öneririm (tabii kastettiğim beyefendinin Güneyi değil, Kürtlerin Güneyi, Güney Kürdistan). Erbil’de, Duhok’ta, Süleymaniye’de, Zaho’da binlerce eski gerilla kadının nasıl anneler olduklarını gözlemleyebilir mesela!
Beyefendi yazısında “Namus kavramının ve mahremiyet geleneğinin en güçlü olduğu toplum Kürtlerdi” diyerek, bu geleneğin PKK tarafından parçalandığını da öne sürüyor. Tabii beyefendinin “namus” olgusu kadın bedeni üzerinden olduğu için, Kürtler için toprağın, onurun nasıl “namus” a dönüştüğünü algılamakta zorluk çekiyor!
Ama beyefendinin derdi çok daha derin belli ki, yazısından devam edelim:
“Büyük bir terör propagandasıyla karşı karşıyayız. Beyaz terör bu! Kürt kızlarını dağa çıkarmak için önce onları içinde yaşadıkları topluma düşman ediyorlar. Toplumu gerici, baskıcı, özgürlükten yoksun ve Kürtlerin düşmanı olarak öğretiyorlar. Arkasından da bu olumsuzluklardan kurtulmak ve de Kürtleri de kurtuluşa erdirmek için onlara “militan havari” rolü monte ediliyor.”
Beyefendi! Kürt kızları yaşadıkları topluma düşman oldukları için dağa çıkmıyorlar. Tam tersine yaşadıkları toplumu çok sevdikleri için, yüzyıllardır devam eden zulmün son bulması için, eşit ve özgür bir yaşamın mücadelesi için, gelecek nesillerin aynı zulmü görmemesi için, kimse bir daha halkına bok yediremesin, cenazelerine işkence edemesin, isimlerini değiştiremesin, dilini yasaklayamasın diye yaşamlarını feda edip o dağlara çıkıyorlar! Bence hiç kafanızı yormayın. Bu sizler gibi kalemini satarak yaşam sürdürenlerin anlayamayacağı bir durum! Siz size bahşedileceğini düşündüğünüz cennetteki hurileri hayal etmekle idare edin, bir daha da Kürt kadınların onurunu, adını elinize dilinize kaleminize dolamayın derim! Size fazlasıyla ağır geliriz!
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 11.08.2015