Kobanê Düşerse, Nereye Düşer?
Kürt Yazarlar Derneği, ismindeki “Kürt” sözcüğünden dolayı epey bir uğraştan sonra “Kürt Yazarlar Derneği” ismiyle 2004 yılında kurulabildi. Türkiye’de isminde “Kürt” sözcüğüyle kurulabilen ilk derneklerden.
İnkar edilmiş bir halkın dili ve kültürüyle ilgili çalışma yapmak oldukça zor. Kürtçenin üzerindeki yoğun baskılar sonucu bugün Kürtçe yazabilen yazar sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Nitekim Ocak 2014’te bir kitap çalışması için görüştüğüm dernek Eş Başkanı Mehmet Yılmaz görüşmemizde üyelerinin ancak %40’nın Kürtçe yazabildiğinden bahsediyordu. Her ne kadar dernek olarak Kürtçe yazmayı teşvik etseler de, Kürtçenin bu kadar bastırıldığı ve ötelendiği bir coğrafyada Kürtçe bırakın yazmayı Kürtçeyi yaşatmak bile başlı başına zor bir iş.
Kürdistan coğrafyasında baskıcı devletlerin dil üzerindeki yasaklarının yanı sıra, Kürtçenin gelişmesinin önünde duran bir diğer önemli sorun da 4 parçaya bölünmüş Kürdistan’ın parçalarında farklı alfabelerin kullanılıyor olması. Güney Kürdistan(Irak Kürdistanı) ve Rojhilat’da (İran Kürdistanı) Arap alfabesi kullanılırken, Türkiye ve Rojava’daki Kürtler Latin alfabesini kullanmaktalar.
Son yıllarda devam eden Kürtler arasında alfabeyi birleştirme çalışmaları ise sonuç vermekten oldukça uzak. Güney Kürdistan’ın tüm entelektüel birikimi Arap alfabesi üzerineyken, Kuzeyin ise Latin alfabesi üzerine. Alfabeyi değiştirmek bir anlamda Osmanlıdan sonra Türkiye’de gerçekleştiği gibi, geçmiş entelektüel birikimle, geçmişle bağın kopması anlamına da gelecek. Bu nedenle Kürdistan’ın hiçbir parçası şuan buna cesaret edemiyor. Bu konuda Kürdistanlı yazarların toplantıları ara ara devam ediyor.
Tabi ki sıkıntılar bununla da sınırlı değil. Bir yandan yazmaya yönelik sıkıntılar devam ederken, öte yandan yazılan Kürtçe kitapların basılması da ayrı bir sorun. İletişim, Metis, Agora, Evrensel, İnsan yayınları… vb. birkaç yayınevi dışında, Türkiye’deki yayınevlerinin çoğu Kürtçe kitapları basmıyor. Kürtlerin kendi kurdukları 20’ye yakın yayınevi ise maddi sıkıntılarla boğuşuyor.
Tüm bunlar bir anlamda egemenlik olmadan dilin yaşamasının zorluklarını da gösteriyor.
Ortadoğu coğrafyasında ciddi baskılar altında kalemiyle mücadele eden bu insanlardan, bu sabah bana bir e-mail geldi. Derneğin Eş Başkanı Remziye Arslan’dan gelen e-mailde Kobanê için üzüntülerini dile getiriyor ve Kobanê için yazdıkları basın bildirisini benimle paylaşarak soruyorlardı: Kobanê hangi boşluğa düşer?
Basın metninden devam edelim:
“ … Kobanê, Kürtler için tarihin tekerrür ettirilmeyeceğine; savaşın Orta Doğu’nun makus talihi olmaktan çıkabileceğine; halklar arasında gerçek bir kardeşliğin tesisine; barışın kalıcılığına dair bir umut. Bu umutta kendi sonunu görenler; dünya ve bölge egemenleri, Rojava devriminin büyüttüğü bu umudu, ölümcül bir umutsuzukla değiştirmek istiyorlar. Aslında hedeflenen bir umut katliamıdır…
Kürtler bir kez daha herkes gibi olma haklarını, yani kendi topraklarında eşit ve özgür yaşama haklarını savunmak zorunda bırakılmış durumda. İnsan sormadan edemiyor: Kürtlere musallat olan bu ortaçağ barbarlığının dehşetini seyreden “uygar” batının suskunluğu; “Doğu için normaldir” şeklindeki eski sömürgeci anlayıştan mı kaynaklanıyor? Ya Müslüman Doğu? Selahaddin Eyyubi’nin torunlarına reva görülen bu “Müslüman” zulmüne İslam dünyasından yükselen itiraz, ne yazık ki, kahredici cılızlıkta.
Türkiye’nin muktedirlerinin diline pelesenk olmuş olan “kardeşlik”, Mürşitpınar sınır kapısında can vermek üzere…
Şehit listelerinde Kürt isimleri de olan Filistinlilerin bile, vicdanlarının kapıları kilitli. Her şeyden daha vahim olan şu ki: Bu Sessizlik Kuleleri’ne tüneyenler, gözlerini uzaklara dikmiş, Kobanê’nin düşmesini bekliyorlar. Yani Kobanê’nin diz çökmesini…
Yaklaşık bir aydır bu küçük, cesur şehrin bize öğrettiği bir şey var:
Bombaların açtığı hiçbir çukura düşmez Kobanê. Düşerse, insanlıkla Kobanê arasına giren o ürkütücü, devasa boşluğa düşer!”
Bir aydır, bir halk, dünyanın gözü önünde toprağını, yuvasını, namusunu korumak için mücadele ediyor. İnsan hakikaten sormadan edemiyor:
Kobanê düşerse, nereye düşer?
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 20.10.2014