Sokağa çıkma yasakları sırasında unutamadığım manşetlerden biri de 8 Haziran 2016’da Star gazetesinin manşeti idi. Manşete taşınan kocaman fotoğrafta kurşunlarla delik deşik edilmiş bir evin duvarı görünüyordu. Duvarda kocaman harflerle “Zafer Allahındır” yazıyordu. Bu duvarın önünde plastik sandalyede oturan beyaz saçlı bir adam vardı ve fotoğrafın yanında yine kocaman puntolarla şu yazıyordu:
“Cizreli bir vatandaşın ‘Allaha şükürler olsun ki evim yıkıldı. Eğer o evde kalsaydık ve o ev bu süreçten sağlam çıksaydı ne namusumuz kalırdı ne de geleceğimiz’ sözleri bölgedeki huzur ve mutluluğu özetledi.”
Kemal Gümüş imzasıyla yayımlanan haberin devamında bir başka ilçe sakininin sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili, “Hiç kalkmasın böyle daha iyiyiz. Yoksa bunlar yine dağdan adam getirir. Cizre’nin geri kalanını da talan ederler. Devlet bunu devam ettirmeli” dediği yazıyordu.
Haberin yayınlandığı günlerde sık sık Cizre’ye gidiyordum. Yasak kısmen kalkmıştı, geceleri devam ediyordu. Cizre yıkıntı içindeydi. Birçok cenaze teşhis edilemiyor ve aileler çocuklarının cenazelerinden bir parça bulmak için bölgedeki Adli Tıp Kurumlarının önünde sabahlıyorlardı. O dönem, 47’den fazla cenaze hala teşhis için bekliyordu. Aylardır DNA sonuçlarını bekleyen aileler vardı. Cenazelerden bulunan parçalar bir küçük torba içinde ailelere teslim ediliyordu. Nusaybin, Yüksekova, Şırnak’ta ise sokağa çıkma yasakları ile birlikte operasyonlar devam ediyordu. 300 binden fazla insan bölge içinde yer değiştirmişti. Çatışmaların devam ettiği kentlerden insanlar, köylere ya da yakın il ve ilçelerdeki akrabalarının yanına sığınmışlardı. Şırnak gibi bazı yerlerde ise insanlar, Kumçatı mevki yönünde yol üstüne çadırlar kurmuş, bu çadırlarda bulabildikleri birkaç parça eşya ile yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyorlardı. Star gazetesinin bahsettiği “huzur ve mutluluk” bölge halkından çok uzaktaydı.
Kimilerinin “şehir savaşı”, kimilerinin “hendek çatışmaları”, kimilerinin “hendek operasyonları”, kimilerinin “savaş” diye adlandırdığı 2015-2016 çatışmalarında tam olarak neler olduğunu, hakikati Türkiye’nin Batısı ne kadar biliyor, açıkçası bilmiyorum. Gerçekten neler olduğunu bilse, bazı şeyler değişir miydi bunu da bilmiyorum elbet, ama belki farklı olurdu diye ummak istiyorum.
Bölgede gerçekten neler yaşandığını öğrenmek bağımsızlığını yitirmiş, tek elden yönetilen, yalan haber üreten medyadan dolayı kolay değildi belki ama mümkündü. Bölgedeki yerel medyadan, alternatif yayın yapan medya kuruluşlarından ve uluslararası kuruluşların raporlarından yaşananların bir kısmı öğrenilebilirdi. Mart 2017’de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin yayınladığı rapor, geç de olsa bölgedeki tabloyu özetliyordu aslında. Rapor, bölgede “kıyamet benzeri bir tablo” olduğundan bahsediyor ve yaşanan süreci oldukça detaylı olarak anlatıyordu. Raporda, Cizre bodrumlarında insanların yandığı, olay yerinin hızla yıkıldığı, kanıtların yok edildiği, cenazelerin teşhisinin engellendiği belirtilerek, ambulansların nasıl engellendiği, sağlık hakkının nasıl askıya alındığı, savcıların ölümlere ilişkin soruşturma açmayı nasıl reddettikleri, yürütülen bombardımanla şehirlerin nüfus, mülkiyet yapısı ve mimari karakterinin nasıl değiştirildiği de anlatılıyordu. Elbette bu rapor da ana akım medyada yer almadı.
Yıllar sonra bunları tekrar düşünmeme neden olan geçtiğimiz hafta sonu Gazete Oksijen’de Nimet Kıraç’ın yazmış olduğu Kiev İzlenimleri haberiydi. Nimet Hanım’ın konuştuğu Ukraynalılardan biri olan, Ukrayna Alan Savunması’nın bir parçası olarak bilgisayar başında dezenformasyona karşı mücadele eden 27 yaşındaki Yana Luhovtsona şöyle söylüyordu:
“Ruslar başka bir dünyada yaşıyorlar çünkü kendi devletleri onlara sadece yalan söylüyor. Rus halkı, yalanlardan dolayı bizi kurtardıklarını sanıyor. Böyle bir askeri operasyonla neyi kurtarıyorlar? Kadınlar ve çocukların öldüğünü bilmiyorlar bile. Rusya, Ukrayna halkına şu an füzelerle saldırıyor” (Gazete Oksijen, 04.03.2022, sf. 24).
Belli ki şuan Ruslar da Türkiye’nin Batısı gibi alıyorlar haberleri. Eğer Rusya’da medya üzerinde bir tekelleşme olmasa, medya devlet tarafından kontrol edilmese, yıllarca devlet tarafından aktarılan tek yanlı bilgiler Rus televizyonlarında yayınlanmasa, Rus halkı bu tek yanlı bilgi bombardımanı içinde yaşamasa, muhtemelen Rusya Ukrayna’yı böylesine rahat işgal edemeyecekti.
Deutsche Welle’nin haberine göre, medya Rusya’da da savaşın bir parçası haline geldi. Haberin içeriğinde, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün Sözcüsü Michael Rediske’nin sözlerine yer verilmiş. Rediske “özellikle çatışma bölgelerinde gazetecilerin ve medya organlarının savaşın bir parçası olarak “suistimal” edildiklerini belirtiyor. Sözcü, Ukrayna’nın doğusu veya Suriye’den gelen enformasyonların denetimden geçtikten sonra servise sunulmasını ise “Stratejik bir savaş hedefi” olarak tanımlıyor.”
Medya artık birçok ülkede savaşın bir parçası. TV’ler, gazeteler, onları izleyen, takip eden insanları birer tank sürücüsü haline getiriyor ve düşmana ateş ettiriyor. Bugün Rus televizyonlarında, aynen Türk televizyonlarında olduğu gibi “uzmanlar, stratejistler, askeri uzmanlar, akademisyenler, eski paşalar” konuşuyor, savaşa, işgale “bilimsel açıklamalar” getirmeye çalışıyorlar. Ne kadar tanıdık değil mi? Ölüm, yıkım, savaş trajedisi çarpıcı fotoğraflar, fonda müzikler ile estetikleştiriliyor. Füzelerin resimleri, bu füzelerin “neden atılmak zorunda olduğuna” ilişkin “uzman” söylemleri aralıksız bir bombardımanla Rus halkının üzerine boca edilirken, öte yandan da Cizre’de Kemal Gümüş’ün yaptığı haber gibi çarpıtmalar ile Rus halkına “bu savaşın neden kaçınılmaz ve Ukrayna’yı kurtarmak için gerekli olduğu” anlatılıyor. Maketler ve haritalar üzerinden savaş anlatılıyor, medya kuruluşları kriz merkezleri kuruyor, ama bir farkla. Bu merkezlerde konuşanlar da merkezde, çoğu zaman savaş alanında bile değiller. Belki bizim Türk basınında yaşandığı gibi savaş alanına gitmiş gibi yapıp sınırda elinde kılıç kalkan ile poz veriyorlardır. Ya da süslenip püslenip bomba atılarak duvarı yıkılmış bir evin mutfağında askeri kıyafetlerle poz veriyorlardır. Kim bilir belki onlar da füzelere isimlerini yazdırıyorlardır. Yok yok, birazdan düşeceği yerde yaşayan her şeyi yok edecek füzelere isim yazdırmak kadar dahice bir buluş ancak Türk medyasında olabilir, başka hiçbir memleket, bu kadar dahice bir ölüm şekli bulmamıştır eminim, bunu geri alıyorum izninizle.
Rusya’da da eminim her kanalda bol bol tartışma programları dönüyordur şimdi. Bizdeki gibi bol erkekli tartışma programlarında uzun uzun konuşuyorlardır, Ukraynalılar diye bir ulus olmadığından bahsediyorlardır muhakkak ve elbette bir Ukrayna-istan olmadığından da. Ukrayna dili dağın dilidir, aslında öyle bir dil yoktur, bir Ukraynalı olmadığı gibi. Kandırılmıştır bu insanlar, bu sefer kandıran NATO’dur.
Peki ya ölen onca insan? Onlar “kahraman”, “hain” ya da “terörist” olabilirler bu medyanın gözünde, ama en çok da rakamdırlar.
Şimdi katil, sadece bombaları atanlar, silahları sıkanlar, füzeleri yollayanlar mıdır? Yıllardır yanlı ve yalan haber yapan, insanların zihnini bu haberlerle dolduran, egemen güçlerin politikalarını meşrulaştıran, biz/onlar ayrımı yapan, propaganda aygıtı haline gelen, saldırgan bir dil kullanan, savaşı bir spor arenası gibi yansıtan, savaş çığırtkanlığı yapan medyanın suçu hiç yok mudur?
Hay Allah, ne yazıyorum ki şimdi ben. Putin az önce Rusya-Ukrayna savaşına ilişkin “sahte bilgi yayanlara” 15 yıla kadar hapis cezası öngören düzenlemeyi onayladı.
O zaman şöyle yazalım biz de. Ukraynalılar da mutludur evleri yıkıldığı için. Onlar da Allah’a şükrediyordur birileri gelip evlerini yıktığı için.
***published on www.mlsaturkey.com