2016 darbe girişimi ve arkasından gelen OHAL sonrası, baskı ortamı tüm Türkiye’de arttı. Sadece Kürtler değil, Türkiye’nin batısında da muhalif duruşa sahip binlerce insan bu baskı ve şiddetten çoğunlukla sosyal medya aracılığıyla ya da sosyal medya gerekçe gösterilerek nasibini aldı. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın geçen hafta yayınlanan “Eleştiriyi Susturmak” isimli raporuna göre, 2015-2019 arasındaki beş yıllık dönemde, ifade ve medya özgürlüğünü kullanmak isteyen 2 bin 801 kişi tutuklandı, 6 bin 479 kişi gözaltına alındı. Toplamda, bin 372 dava açıldı ve 727 kişiye 27 bin 448 ay hapis cezası verildi. Bu gözaltı ve tutuklamaların çoğunluğuna ise sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterildi. Nitekim rapora göre, 4684 kişi sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek gözaltına alındı, 2357 kişi ise tutuklandı. Bu gözaltına alınan ve tutuklanan insanların kaçı Kürt illerinden ya da kaçı Kürt bilmiyoruz ancak çoğunluğun Kürt olduğunu tahmin etmek elbette zor değil.
Ben de 2016 baharında Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Birimine çağrıldım. Bir soruşturma için ifade vermem isteniyordu. Yaklaşık 10-13 civarında sosyal medya paylaşımlarımdan bir dosya oluşturulmuş ve “terör propagandası” suçlaması ile hakkımda soruşturma açılmıştı. Savcı, bu sosyal medya paylaşımlarında kullandığım bazı kelimelere takılmış ve bu kelimeler üzerinden “terör örgütü propagandası” yaptığıma kanaat getirmişti. Bu kelimelerden biri “Kürdistan” idi. Emniyette ifademi alan polis, bu kelimeyi neden kullandığımı ve bu kelime ile neyi kastettiğimi soruyordu. Oysa, Kürdistan kelimesi yasalarla yasaklanmamıştı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan dahil çeşitli siyasetçiler geçmiş yıllarda konuşmalarında “Kürdistan” kelimesini kullanmıştı. Soruşturmaya konu olan bir diğer kelime ise memleketim Diyarbakır’ın Kürtçe ismi olan “Amed” idi. Oysa, “Amed” kelimesi de belediye reklam panoları dahil kentin birçok yerinde yıllardır kullanılıyordu. Bir başka kelime “Newroz” idi, yani Kürtlerin bahar bayramı. Emniyetteki polis bana her bir kelimeyi neden kullandığımı ve o kelimelerle ne kastettiğimi soruyordu. Ben de uzun uzun anlattım, birinin memleketimin ismi olduğunu, diğerinin yaşadığım coğrafyanın ismi olduğunu, bir diğerinin binlerce yıldır kutladığımız bahar bayramımız olduğunu…
2016 sonrası birçok Kürt meslektaşım gibi ben de sosyal medya paylaşımlarımdan dolayı onlarca soruşturma, ev baskını, dava, gözaltı ile karşı karşıya kaldım. Bunların hemen hemen hepsi savaşa karşıtı paylaşımlarıma ilişkindi. Açılan dava ve soruşturmaların büyük bir kısmı “sıradan” vatandaşların CİMER’e yaptığı şikayetler üzerine açılmıştı. Yani, sosyal medya paylaşımlarımız sadece devleti değil, “vatandaşı” da rahatsız ediyordu. Nitekim Kürtler olarak sosyal medya paylaşımlarımızdan dolayı sadece devletten değil toplumun birçok farklı kesiminden de şiddete maruz kalıyoruz. Bugün Türkiye’de sosyal medyada bir Kürdün dili, kültürü ya da coğrafyasına ilişkin haklarını savunması cesaret istiyor. Bırakın Kürtler ve Kürdistan ile ilgili bir konuyu, bir Kürt olarak çoğunluğun hoşuna gitmeyen herhangi bir konuda yazması bile sanal şiddete uğramasına neden olabiliyor.
Geçen hafta sokak röportajı sırasında bazı yurttaşların kendilerinin muz alamadığını ama Suriyelilerin bolca muz yiyebildiğini söylemesi üzerine bir grup Suriyeli genç sosyal medyadan muz yeme görüntüsü paylaşarak bu ırkçı ve ayrımcı söylemi hicivli bir şekilde protesto ettiler. Sosyal medyadaki tepkiler üzerine bu Suriyeli sekiz genç önce gözaltına alındı ve daha sonra sınır dışı edilmelerine karar verildi. Bu sekiz gencin yaptıklarını beğenmesek de bunun ifade özgürlüğü olduğu ve sınır dışı edilmemeleri gerektiğine ilişkin attığım birkaç tweet sonrası sosyal medyada saldırıya maruz kaldım ve bir gün içerisinde 100’e yakın Twitter hesabını engellemek zorunda kaldım. Bana yazılanlardan birkaç örnek vereyim:
Terörist karı, yallah sen de onlarla Suriye’ye.
Senin gibi teröristleri beslediğimiz yetmiyor, bir de Suriyelileri besleyeceğiz.
Vatan hainleri.
Orospu. Suriyeliler seni …sin
Bir Kürt olarak Türkiye’de sosyal medyada hangi konuda fikir belirtirseniz belirtin, eğer o fikir beğenilmiyorsa Kürtlüğünüz ön plana çıkartılıyor ve bu da “terör” ile eşleştiriliyor. Kürtlerin attığı hoşa gitmeyen tweetler Emniyet birimlerine iletiliyor. Böylece sosyal medya Kürtler için çoğu zaman özgürlükten uzak, çok tehlikeli bir alan haline gelebiliyor. Bu da beraberinde büyük bir otosansürü getiriyor. Son yıllarda ben de çoğu Kürt gibi sosyal medyada kullanmamam gereken “sakıncalı kelimeler” listesine sahibim. Kürt illerinde yaşananları yazmak artık çok zor ve büyük bir cesaret istiyor. Çünkü, sosyal medyada kullandığınız her kelime sadece kendinizin değil, ailenizin, çocuklarınızın hayatlarını da etkiliyor. Kullandığım her kelime çocuklarıma ev baskını, korku, travma olarak dönüyor.
Şimdi yeni bir sosyal medya yasası geliyor. Sosyal medyada dezenformasyonun engellenmesi gerekçesiyle hazırlandığı söylenen bu yasa tasarısı bir ay içerisinde Meclis’e sunulacak. Bu yasa ile sosyal medyada özgürlüklerin daha da kısılması bekleniyor. İnternet özgürlüklerine ilişkin mücadele eden kuruluşlar konu ile ilgili endişelerini dile getirmeye devam ederken ben sadece küçük bir hatırlatma yapmak isterim: Biz Kürtler o özgürlüklere uzun zamandır sahip değiliz. Bu ülkede sadece fiziken değil sanal alemde de Kürtler olarak özgür değiliz.
*Bu yazı 02.10.2011 tarihinde www.freewebturkey.com da yayınlanmıştır.