Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Hüngür hüngür ağlamak istiyorum

Ülke doğusu ve batısı ile her anlamda yanıyor. 9 gündür devam eden orman yangınlarını bulunduğum Bodrum’dan büyük bir çaresizlik ile izliyorum. Dün yanan Mazı civarındaki köylere, köylülerle dayanışmak için girmeye çalışsak da mümkün olmadı, giriş çıkışlar kapatılmıştı.

Ülkenin kıyıları yanarken Doğu’da Başkale ise büyük bir sel felaketi ile uğraşıyor. Başkale 20 gün içinde 4 sel  gördü. Sel tehlikesi altındaki köyler sadece 2 gün önce, konuyu biraz gündeme getirmemiz ile boşaltılabildi.

İyi ki de boşaltılmış, boşaltıldığı gün tekrar sel vurdu.

Bu sabah da Başkale merkezi, sel suları altında kaldı.

Başkale’den konuştuğum insanlar, “Nurcan Hanım burada selin olacağı belliydi. Dere yatağına yapılaşma izni verilmiş. Doğrusu daha büyük felaket de bekliyoruz” diyorlardı. Ben konuştuğum zaman henüz Başkale’ye hiçbir yardım gitmemiş, Vanlı iş insanları hasar gören evleri ve aileleri ziyaret ederek neler yapılabileceğine ilişkin toplantı yapıyorlardı.

Başkale geçen yıl bir deprem de yaşadı. 4 köyde yüze yakın kerpiç evin yıkıldığı ve 9 kişinin hayatını kaybettiği Başkale depremi, neredeyse hiç gündem olmadı ve depremzedelere doğru düzgün bir destek de gitmedi.

Başkale bundan 15-20 önce sınır ticaretiyle geçinen, Van’ın ekonomik olarak zengin ilçelerinden biriydi. 10 yıl önce sınır kapısının kapatılması, birçok sınır ili gibi Başkale’yi  de yoksulluğa sürükledi. Son seller ile hayvancılıkla ayakta kalmaya çalışan ailelerin çoğunun hayvanları telef oldu.

Görüştüğüm bir Başkaleli “Nurcan Hanım bir bağ ot fiyatı 5 katına çıkmış durumda. Hayvanlara vereceğimiz mevcut otların çoğunluğu selde gitti. Kalan hayvanlar ne yiyecekler?” diye soruyordu. Bir zamanların tarım, hayvancılık, ticaret ile geçinen ilçelerinden, 10 yılda gelinen nokta, hayvanlara otu bile bulamayan ilçeler ve köyler maalesef.

Her saat başı ülkenin başka bir yerinden dehşetengiz haberler ve görüntüler geliyor.

Göz göre göre koca ülke her anlamda çöküyor.

Halk bulunduğu yerlerde yangınları kovayla taşıdıkları sularla söndürmeye çalışırken, Cumhurbaşkanı bilmem kaç araçlık konvoy ile yanan Marmaris’e gidip insanların üzerine çay atabiliyor. İnsanların evleri, anıları, emekleri yanarken, bir belediye başkanı çıkıp “Keşke bizim de evimiz yansaydı diyecekler. Devletin teselli hibesi çok fazla” diyebiliyor.

Yandaş medya bir yandan yangın bölgelerinden yalan haberler geçerek insanların can güvenliği ile oynuyor, öte yandan da televizyon ekranlarından ırkçılık, ayrımcılık ve nefreti pompalıyor. Ormanlar, hayvanlar, canlılar patır patır ölürken, ülkenin sanatçısı ise “niye yurtdışına yardım çağrısı yapıyorsunuz, bu bizi aciz gösteriyor” diyebiliyor.

Muhalefet vekilleri ise aynen bizler gibi oturmuş tweet atıyor. “Ben bu işlevsiz Mecliste niye hala bulunuyorum”u sorgulamadıkları gibi, turizm yasasına oy kullanmadıkları ya da “evet” dedikleri ortaya çıkıyor.

Whatsapp gruplarında ise ayrı bir saçmalık dönüyor. İnsanları provoke etmek için her yol deneniyor. Eski videolar ve eski fotolar kullanılarak yangınların sabotajla oluştuğu bilgisi yayılıyor. Milyonlarca insan buna inanıp paylaşıyor. Daha sonra gerçeklerin ortaya çıkması hiçbir işe yaramıyor.

Whatsapp gruplarında birbirini galeyana getirenler Kürt avına çıkıyor. Elinde pompalı tüfekle kimlik soruyor. Yani beni görse, kimliğimde Diyarbakır yazıyor diye belki de öldürecek. Devlet bitmiş, hukuk, adalet, kurumlar bitmiş, insanların can güvenliği kalmamış durumda.

Kürtler olarak sabah akşam birbirimizi uyarıyoruz; “o yoldan gitme, burada şu tehlike var, aman aman yolunu değiştir, Alanya’dan geçme, plakanı değiştir…”

Tüm bunlar nasıl düzelecek, artık düzelir mi bilmiyorum. Komşu ülkelerin, yangın söndürme uçakları ile ülkemizi işgal edeceğine inanan zihniyet nasıl düzelebilir?

Ülke cayır cayır yanarken, bir kuşu, bir ağacı kurtarmak varken, ülkemiz aciz değil diyerek yardımı reddeden bir zihniyet nasıl düzelebilir ki?

Yangınla bile inatlaşan bir iktidar var karşımızda. Kıyıdan suyu alıp, birkaç kilometre öteye taşıyıp yangını söndürecek mekanizması yokken, Kanal İstanbul, otoban da otoban diyen bir zihniyet bu.

Bu ülkeden, toprağından, suyundan, kuşundan, ormanından… neden bu kadar nefret ediyorlar, merak ediyorum doğrusu.

Ormanlar yanıyor. Yangın uçakları engelleniyor. Erdoğan çay atıyor. Kızılay para istiyor. İnsanlar “havadan müdahale” diye yalvarıyor. TOKİ arazilere çökmeye kalkıyor. Kararname çıkıyor. Yandaşlar, PKK diye Kürtleri hedef gösteriyor. İnsanlar yol kesip kimlik soruyor. Tam o sırada, ormanları imara açan kanun çıkartılıyor.

Hüngür hüngür ağlamak istiyorum.