Kategoriler
ahvalnews Yazılar

Eve ekmek götüremeyenler

Mart 2020’de Koronavirüs patlak verince hızla Sur’da gıdaya erişemeyecek insanlar için dayanışma çalışmalarına başladık.

Muhtarlarla mahalle mahalle gıda paketlerinin dağıtımlarını yaparken, “acaba ekmek de dağıtsak mı?” diye düşünmeye başladık. Bunu konuştuğum Sur’dan bir muhtar herkesin ekmek alabileceğini söyledi. O zaman sadece tek bir mahalleye ekmek dağıtımı yapalım ve durumu görelim istedik. O ekmek dağıtımı sırasında evine gerçek anlamda ekmek götüremeyenleri gördük. Ekmek dağıtımı yapan sadece biz de değildik. Sur kaymakamlığa bağlı kurulan VEFA Vakfı da Sur’da ekmek dağıtıyordu o dönem. Fırınlar açıktı ve pandemi yasağı fırınları kapsamıyordu, ancak yine de dağıtılan ekmeğin nasıl da yerine gittiğini görüyorduk.

Uzun yıllardır her yıl Ramazan ayında Sur’da gıda paketleri dağıtımı yaparız. Bu dağıtım, kimse görmesin diye muhtarlarla akşam karanlığından sonra ev ev sessizce yapılır. Gündüzden aileler aranır, akşam belirlediğimiz dağıtım yerine gelip paketlerini alırlar. Genellikle bu paketleri almaya kadınlar ve çocuklar gelir ama son yıllarda yoksulluğun derinleşmesi ile birlikte artık erkekler de bu paketleri almaya geliyorlar. Bazı evlerin ise paketleri gelip alacak güçleri de olmaz, o evleri bilir muhtarlar, akşam karanlığında o paketler o evlere ulaştırılır.

Diyarbakır’da sessizce her yıl onlarca insan bu dayanışmayı gösterir. Bu dayanışma sırasında gittiğimiz gördüğümüz evler  bizleri insan olmaktan utandırır. Götürdüğümüz paket aylar sonra o eve giren ilk doğru düzgün gıdadır çoğu zaman. Sonra düşünürsünüz, peki ya gelecek ay bu insanlar ne yapacak?

Diyarbakır’ın Sur, Bağlar, Benusen gibi mahallelerine uzandığınızda yoksulluğun, açlığın resmini görebilirsiniz. Bu sadece Diyarbakır’a özel de değildir. Muş, Bingöl, Ağrı, Şırnak, Batman, Bitlis… sayamayacağım kadar çok ilde eve ekmek götüremeyenleri rahatlıkla görebilirsiniz. Fırınların önünde oturup ekmek isteyenlerle şöyle bir konuştuğunuzda, kiminin evde 3 çocuğu, kimin okuttuğu evladı, kiminin kimsesiz ve yaşlı, evine ekmek getirecek kimsesi olmadığını öğrenirsiniz. Ülkenin diğer kentlerinde de durumun çok farklı olmadığını düşünüyorum. Belki sayılar daha azdır, ama yine de bu durumda olan ailelerin var olduğunu duyuyoruz, görüyoruz.

Geçen ay Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bahçeli’nin “askıda ekmek kampanyası” başlattıklarını duyurmasının ardından gelen eleştiriler ve Malatya’da bir esnafın kendisine söylediği “Eve ekmek götüremiyoruz” sözlerini kastederek şöyle konuşmuştu:

“Böyle bir şey var mı Türkiye’de? Bugün evine ekmek götüremeyen diye bir şey, Türkiye’de var mı? İnanıyor musunuz buna? Bugün Türkiye her şeyiyle, asgari ücretiyle, maaşıyla çok çok ülkeleri geride bırakmış bir Türkiye var.”

Cumhurbaşkanını kimler, nasıl bilgilendiriyor da ülkenin yakıcı sorunlarından böylesine bihaber bilemiyorum elbette. Herhangi bir ilin yoksul semtlerinden birini ziyaret etse evine ekmek götüremeyen birileriyle karşılaşacağına eminim. Aslında AKP döneminde daha önceki hiçbir dönem olmadığı kadar sosyal yardımlaşmaya bütçe ayrıldı. Bugün Türkiye’de milyonlarca eve sosyal yardımlaşma mekanizmalarından farklı şekillerde destek gidiyor. Bazen yaşlılık maaşı, bazen gıda, bazen kömür, öğrenci desteği, engelli desteği… gibi. Ben bu sosyal yardımların evine ekmek götüremeyenler için ne kadar kıymetli olduğunu bizzat yerinde görenlerdenim. O nedenle öncelikle bu yardımları çok kıymetli bulduğumu söylemeliyim.

Ancak bu sosyal yardım mekanizmalarında aksayan birçok taraf var:

Öncelikle AKP döneminde sosyal yardımlar çok siyasallaştı, çoğu zaman yardımlar keyfi bir biçimde, bir lütuf gibi dağıtılıyor. Diyarbakır’da örneğin birçok ailenin sosyal yardım almadan önce AKP teşkilatlarına gitmeleri gerekiyor, oradan Kızılay ve diğer sosyal yardımlaşma mekanizmalarıma yönlendiriliyorlar. Nitekim geçen hafta bir muhtar mahallesindeki birçok kişinin bu yardımlaşma sıralarında covid kaptığından yakınıyordu. Devlet yardımları çoğu zaman AKP yardımı olarak dağıtılıyor.  Bu da tabi yardım alanlar arasında ayrımcılık yapılmasına neden olabiliyor. Son zamanlarda yardım desteği için istenen güvenlik soruşturmaları da yardıma muhtaç kesimlerin yardıma ulaşmasında büyük bir engel oluşturuyor.

Bir diğer nokta bu yardımların yoksulluğu azaltıcı etkisinin oldukça sınırlı kalması. Yoksulluk, sosyal yardımların artmasına tezat bugün çok daha yakıcı hale gelmiş durumda. Geçen hafta yayınlanan Metropol araştırmanın araştırma sonuçlarına göre Türkiye nüfusunun yüzde 25.5’i temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor; nüfusun yüzde 48.2’si ise sadece beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabiliyor.

Çok uzun yıllardır insani yardım çalışmalarının bir ucundan tutmaya çalışıyorum, ama bu yılki kadar açlık ve sefalet hiç görmemiştim. Benimki gibi nispeten daha küçük şehirler ve aile bağlarının hala kuvvetli olduğu yerlerde, genelde sokakta yatan çocuk olmaz, çok azdır, ya uyuşturucu bağımlısıdır ya da mültecidir, evi yoktur. Ama artık durum böyle değil. Akşam karanlık çöktükten sonra arada bir arabayla şehri turluyorum durumu anlamak için. Onlarca çocuk ışıklarda, trafiğe aldırmaksızın camlara yapışıyor.

Bakıyorsun açlar, çocuklar açlar. Fırına gidiyorsun, fırının önünde onlarca kadın ve çocuk oturuyor, açlar. Markete gidiyorsun, durum aynı. İnsanlar aç, çocuklar aç… Artık çocukların açlığını bile önleyemiyoruz bu ülkede. Elbette koronavirüs de bu açlık ve sefaleti arttırdı. Daha çok günlük işlerde çalışan yoksul kesim artık iş bulamıyor, iş bulmak bu ülkede hayal gibi bir şeye dönüştü.

Cumhurbaşkanlığı 2020 yılı programına göre, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından verilen sosyal yardımlardan yararlanan hane sayısı 2018’de 3.4 milyon, MEB’den burs alanların sayısı 1.5 milyon, Yurt-Kur’dan burs alanların sayısı 557 bin 475,  kömür yardımı alanlar  2 milyon 65 bin… Bu rakamlar böyle devam ediyor. Buna belediyeler, muhtaç aylığı alanlar ve tüm kurumlardan yapılan yardımlar da eklendiğinde Türkiye’de aşağı yukarı 11.5 kişi sosyal yardımdan yararlanıyor. Bunların bir kısmı hane. Bu haneler de hane başı en az dört kişi olarak düşünüldüğünde, uzmanlar yaklaşık 32 milyon insanın sosyal yardımlardan bir şekilde yararlandığını belirtiyorlar. Bu çok büyük bir rakam. Kısaca ülke nüfusunun yüzde 40’a yakını sosyal yardımlarla ayakta duruyor.

Burada sorgulamamız gereken bir durum var ortada: Büyüyen, dünyanın önde giden ülkeleri arasına girdiği söylenen Türkiye’de yoksulluk niye bu denli yüksek? Zenginleştiği söylenen Türkiye’de neden bu kadar çok insan sosyal yardıma ihtiyaç duyuyor?

Bir diğer önemli nokta da şu: Belli ki bu sosyal yardımlaşma mekanizmaları ülkede yoksulluğu azaltmıyor, günü kurtarıyor. Türkiye artık sosyal destek politikalarını değiştirmek zorunda. Belirli bir yoksulluk sınırı altında yaşayanlara düzenli gelir ödemesine geçmek düşünülebilmeli ve çok çok önemlisi üretim ve istihdam imkanlarını arttırarak vatandaşlarına yoksulluk döngüsünü kırabilmek için imkân sunmak zorunda devlet.

Ben bunları yazarken televizyonda bir haber geçiyor, uzun bir ekmek kuyruğu görüyorum. Haberde şöyle diyor:

“İstanbul Güngören’den. Güngören’de vatandaşlar bir TL’ye satılan ekmekten alabilmek için İBB Halk Ekmek büfesi önünde uzun kuyruklar oluşturuyor.”