“Biz hep yalnızız”. Bu cümle 24 yaşındaki kızını sokağa çıkma yasakları sırasında kaybetmiş Silopili bir kadına ait. Silopi’nin delik deşik olmuş mahallelerinde gezerken bu söz aklımdan çıkmıyor. Silopi’yi gerçekten de çok yalnız bırakmıştık.
14 Aralık 2015’te başlayan ve 37 gün süren Silopi’deki ikinci sokağa çıkma yasağı sırasında 67 kişi öldü, bunlardan 37’si sivil insanlardı. Ölen insanların hemen hepsi yasağın ilk 14 gününde öldürüldüler.
Bu insanların çoğu evinin içinde uyurken, avluda, mutfakta yemek yaparken ya da seccadede namaz kılarken kurşunlara hedef oldular. Bizler sadece Taybet Ana’yı duyduk ama Silopi’de birçok cenaze günlerce, haftalarca yerde kaldı.
Silopi’de sokağa çıkma yasağı süreci farklı yaşandı. Diğer illerde olduğu gibi insanlar evlerini ve sokaklarını terk etmediler. Küçük çocuklarını ya da genç kızlarını mahalleden uzaklaştırsalar da her evde en az birkaç kişi kaldı. Bu nedenle Silopi’de diğer kentler gibi korkunç bir yıkım olmadı. Silopi genelinde 620 ev yıkıldı.
Çatışmalar yoğunlukla Zap, Nuh mahalleleri ve Barbaros mahallesinin bir kısmında yaşansa da, çatışmaların olmadığı Cudi gibi mahallelerde de çok ölüm olmuş. Çoğu ölümün keskin nişancılar tarafından atılan kurşunlar ve şarapnel parçalarından kaynaklandığı belirtiliyor.
Ana cadde İpekyolu’nun yukarısından itibaren başlıyordu hendekler. Konuştuğum görüştüğüm Silopililerin çoğu hendekleri onaylamadıklarını ve hendeklerin devletin bilgisi dâhilinde kazıldığını söylüyorlar. Bir Silopili “Hendek zamansızdı, maalesef yanlış kişilerin görüşleri alınarak başlatıldı” diyor.
Başka bir Silopili “bak Nurcan Hanım emniyetin 30 metre ötesine hendek kazıldı, bu nasıl olabilir? Her şey devletin bilgisi dâhilinde oldu” diyor. Görüştüğüm bir siyasetçi ise “Halka süreç anlatılamadı” diye ekliyor.
Cudi’den Zap Mahallesi’ne geçiyorum. Yıkılan evlerin çoğu bu mahallede. Büyük boşluklar var. Kapılar, duvarlar hala delik deşik. Sokakta oynayan çocuklar görüyorum. Eskiden dar olan sokaklar geniş caddeye dönüşmüşler, eski yaşamdan kalan ağaçlar da cadde ortasında kalmış.
Bir hüzün hissediliyor. Arada gelen horoz sesleri bu hüznü biraz kırıyor. Delik deşik yollarda mahalle mahalle ilerliyorum. Diğer il ve ilçelerde yaşanan TOKİ’leşme burada yaşanmamış.
Geçtiğim her sokak, her bahçe, her taş, her ev ile ilgili acı bir hikâye anlatılıyor.
Nuh Mahallesi’nde yürürken mihmandarım “Bak Nurcan Hanım burası Taybet Ana’nın öldürüldüğü yer. Cenazesi yedi gün böyle bu sokağın ortasında kaldı” diyor. Dere yatağına ilerlerken “Bak, burası Seve, Fatma ve Pakize’nin infaz edildiği yer” diyor. Zap Sokağı’nda yürürken, camiyi göstererek, “Bu camiye cenazeleri getiriyorduk sürünerek, burada günlerce kalıyordu” diyor.
“Burası da dört kişinin bombalandığı yerdi, cenazeleri sedyeyle taşımıştık” diyerek mahallede başka bir noktayı işaret ediyor. Şehit Harun Mahallesi’ne geçtiğimizde yasak başladığında patlatılan su deposunu gösteriyor. Daha sonra yakılan DBP İl binasının önünden geçiyoruz.
Silopi’de duyduklarımın bugün için hepsini yazamıyorum. Umarım bir gün yazabilirim. Ancak birçok ölümün duyulmadığını söyleyebilirim. Kimsesizler Mezarlığı’nda hala kimliği belirlenemeyen cenazeler var. Bazı evlerde evlatlar evin bahçesine gömülmüş, bazı evlerde babanın cenazesi iki hafta yerde, bazı evlerde küçük evladın cenazesi günlerce ortada kalmış.
Ziyaret ettiğim bir ailede eve değen kurşunla ölen annenin cenazesi bir hafta evde çocukların yanında kalmış. Daha sonra ip bağlayarak cenazeyi karşı komşuya, oradan da camiye ulaştırabilmişler. Bir dehşet yaşanmış Silopi’de. Bizler duymamışız. Yalnız, çok yalnız kalmış.
“Tüm bu yaşananlardan sonra bir gün barışın geleceğine hala inanıyor musunuz?” diye soruyorum bir kadına. “Kızımın cenazesini toprağa verirken bile barış dedim” diyor.