Kategoriler
Yazılar

“Sabah akşam bu camdan bakıyorum, neredesin Halil?..”

Nusaybin’in ünlü Musa Anter parkındayız. Bir zamanlar tüm Nusaybinlilerin toplandığı, Nusaybinli gençlerin gece yarılarına kadar oturup sohbet ettikleri parktan eser kalmamış. Parktaki 16 yıllık 6000 ağaç bile bombalanmış, kökleri kalmış. Parkın hemen arkasında tellerle çevrilmiş yasaklı Nusaybin var.
Görüntü karşısında dehşete düşmemek mümkün değil. Tarumar olmuş Musa Anter parkı, teller ve yanık yıkık yasaklı Nusaybin! Tüm bu kara görüntüye tezat parkın içinde geçmiş güzel günleri hatırlatırcasına kırmızı-yeşil-sarı bir çocuk parkı duruyor.

“Böyleydi Halil’in kaderi”

Parkın hemen yanındaki bir eve giriyoruz. İçeride yaşlı bir adam, yaşlı bir kadın, bir sürü genç ve çocuk var. Gelinler, torunlar hepsi bu evde kalıyorlar şimdi.  Yaşlı kadın ve adam tamamen çökmüşler. Adam “Böyleydi Halil’in kaderi” diyerek başlıyor söze.
Halil Ağırman 31 yaşındaymış.  Nusaybin’in şuan yasaklı olan mahallerinden Fırat mahallesindeymiş  evleri. Halil  anası babası ile yaşıyordu. Ailenin hali vakti yerindeydi.  3 katlı büyük bir evde yaşıyorlardı. Halil son zamanlarda eve geç geliyordu. Annesine “Mahallemizi savunuyoruz” diyordu.  Sokağa çıkma yasağı başlayınca aile Midyat’a gitmek zorunda kalıyor. Hiçbir eşyalarını çıkaramıyorlar. Anne oğlu Halil’in yanına gidiyor, “Bizimle Midyat’a gel” diyor. Halil “Gelemem, bu bizim evimiz, bizim mahallemiz, evimizi terk etmeyeceğim” diyor.  Bu annenin Halil’i son görüşü oluyor.
Aylar sonra Halil’in ölüm haberini ANF’den öğreniyorlar.
Evdeki herkes Halil ile ilgili anılarını anlatıyor. Halil 6 yıl kadar Azadiya Welat ve Özgür Gündem gazetesinin dağıtıcılığını yapmış. Tüm Nusaybinlilerin sevdiği biriymiş.  Nusaybin Belediyesi Eş Başkanı Sara Hanım “Halil herkesin işine koşardı, her eve lazımdı, fedakâr, işinde gücündeydi” diyor. Abisi gülümseyerek anlatıyor: “Süslenip mahalleyi savunmaya gidiyorum derdi Halil.” Baba devam ediyor: “Eve baskın yaptılar. Önce bir oğlumu aldılar. İçerde tuttular, sonra gelip yanlışlıkla almışız deyip, onu bıraktılar, diğer oğlumu aldılar. Mahallede hendek falan yoktu o zamanlar. Habire gelip gençleri alıyorlardı, ev baskınları çoktu. Hepimiz işimizde gücümüzde insanlardık. Sonra hendekler kazıldı.”
Halil’in cenazesi henüz teşhis edilebilmiş değil. Anne DNA vermiş, ancak henüz yasaklı Nusaybin’de, tellerin arkasında kaldırılmayan cenazeler de var. Halil’in cenazesi nerede belli değil.

Rüya

Anne rüyasında Halil’i görmüş, anlatıyor:
“Yanında 3 kişi daha vardı. Dedim ki ‘Neredesin Halil?’ ‘Ben Suriye’deyim’ dedi. ‘Yanındakiler kimdir?’ dedim. ‘İkisini sorma, diğeri komşumuzun oğludur’ dedi (ölen bir komşu oğlu). Belki de Halil ölmedi, belki Suriye’ye geçmiştir.”
Odadaki bakışmalar ve fısıltılardan annenin uzun süredir kendisini Halil’in ölmediğine inandırmaya çalıştığını anlıyorum. Anne bu sefer bana soruyor:
“Belki Suriye’ye geçmiştir, belki oğlum şehit düşmemiştir, olamaz mı?”
Anneyi üzmemek için “Belki, belki” diyorum.
Evin pencereleri ve balkonu yıkık yanık, yasaklı Nusaybin’e bakıyor. Abla camdan bana eski evlerini gösteriyor: “Bak hemen tellerin arkasındaki 3 katlı bu yanık ev bizim evimizdi, burası da bizim mahallemiz.”
Camdan bakıyorum. Musa Anter Parkı, arkasında teller, yasaklı Nusaybin. Halil’in bir zamanlar yaşadığı ev, mahallesi…
Her gün, her an eski yanık yıkık evine bakmak ve bu yıkıntıların içinde evladının cenazesinin olabileceğini bilmek…  Bu görüntü ile yaşamak. Yüreğim sıkışıyor. Anne bana sarılıyor, ağlamaya başlıyor:
“Sabah akşam bu camdan bakıyorum. Neredesin Halil!”

Nurcan Baysal

*As published in T24 on 14.09.2016