Kategoriler
Yazılar

“Devlet gölge etmesin, başka bir şey istemiyoruz”

Tıklım tıklım haldeki Suriçi’nin Gazi Caddesi’nde ilerlerken, bir yandan da Kürtlerin hayatı ne kadar hızlı toparladığını düşünüyorum. Hep yıksalar da Kürtler bıkıp usanmadan yaşamı her seferinde yeniden kuruyorlar. Uzun yıllar çalıştığım boşaltılmış ve yakılmış köylerde hayranlık duyduğum noktalardan biriydi bu. Ne olursa olsun toprağına dönmeye çalışmak, yıkılan evini, hatta bazen tekrar yıkılabileceğini bile bile yeniden kurmaya çalışmak, her yıl evin yeni bir odasını özenle yapmak…
Caddede ilerlerken kalabalığın içinde eli kalaşnikoflu özel timler de yürüyorlar. Kalabalıktan dolayı onlardan birine çarpıyorum hafifçe. İrkiliyorum. Ama irkilenin sadece ben olduğumu anlıyorum. Eli kalaşnikoflu adamlar buralarda artık günlük hayatın olağan bir parçası.
Hayat elbet akıyor. Hatta az da olsa turist gelişi bile başlamış durumda. Hasanpaşa, yeni açılan kafeler tıklım tıklım. Sülüklü Han’da oturacak boş bir masa bulmak neredeyse imkansız. Ama hanın hemen arkasında yasak devam ediyor. Bugün yasağın 548. günü. Yasaklı 6 mahalle barikatlar ve beton bloklarla Sur’un geri kalanından ayrıştırılıyor.
Ana caddede uzun süredir inşaat devam ediyor.  Ana caddedeki dükkânların “yenilenmesinden”  insanların bir kısmı memnun. Ama ben caddenin eski halini özlüyorum. O karmaşık, iç içe gibi görünen dükkanlarıyla Sur’u özlüyorum. Renk renk Sur’u özlüyorum. Bu bir kalıptan çıkmış gibi duran dükkânlar benim için hiçbir şey ifade etmiyorlar.
Dükkân “yenileme”leri son 1 aydır Çarşîya Şewitî’de( Yanık Çarşı) de başlamış durumda. O güzelim, renk renk Çarşîya Şewitî ruhsuz bir çarşıya dönmüş görünüyor. Çarşıya giriyorum. Her zaman uğradığım, şal ve renk renk elbiseler aldığım dükkana giriyorum. Dükkan sahibi kızgın. Çarşıdaki diğer esnaflarla tartışmış. “Bu yapılanı nasıl kabul ediyorlar Nurcan Abla” diyor. “Bu çarşı tarihidir, bu dükkanlar da tarihidir. Bu dükkanlara bu kaplamaların yapılmaması lazım. Bizim devletten tek isteğimiz var, gölge etmesin, başka bir şey istemiyoruz”. Genç dükkan sahibi bana dükkanın hemen çıkışındaki aslan başına benzeyen taşları gösteriyor. “Bunları yıkacaklar. Kıymetinin, tarihin farkında değiller. Tek bildikleri yıkmak”.
Çarşıdaki esnaf bu “yenileme”den dolayı ikiye bölünmüş durumda. Kimisi hatta çoğunluğu  “yenileme”den memnun. Bu “yenileme” sayesinde dükkanlarının değerlerinin arttığını düşünüyorlar. Ufak bir grup esnaf ise “yenileme”ye karşı direniyor.

Yeryüzü İftarları

Şallarımızı alıyoruz, Du Çem kafede bir kahve içip soluklandıktan sonra Suriçi’nin başka bir tarafı Lalebey’e geçiyoruz. Yıkımın devam ettiği Alipaşa’dan gelen birçok aile Lalebey ve İskenderpaşa gibi mahallelere taşınmış. Her tarafta bol çocuk var.  Birkaç yabancı görüyorum, yeryüzü iftarının nerede olduğunu soruyorlar.
Sur’un farklı yerlerinde iftarlar var. Belediye tarafından her gün Ulu Caminin önüne iftar çadırı açılıyor. Polis ve özel timlerin yoğun olduğu bu iftar çadırının hemen yanında Çaykur’un arabası iftarını açanlara çay dağıtıyor.
Sur’un iç mahallelerinde ise her akşam başka bir iftar düzenleniyor. Her gün farklı bir sivil toplum örgütünün desteğiyle, Sur’un Yıkımına Hayır Platformu tarafından organize edilen  yeryüzü sofraları bu. Sur halkıyla dayanışmak amacıyla düzenlenen yeryüzü sofralarına sık sık katılıyorum. Dayanışma içinde, şenlik havasında geçiyor. Geçen yıl yaşanan çatışmalar ve sonrasındaki yıkımdan dolayı Kürt hareketine de kırgın olan Surlular bu iftarlardan memnun. Bize çay dağıtan firmalar olmasa da biz dayanışmayla iftarımızı da çayımızı da yapıyoruz her gece. Zaten Sur’un her küçesinde insanlar birbirine çay ikram ediyorlar.

Bu sefer de Başbakan geliyor

Bugün ise Dağkapı altüst halde. Meydan Türk bayrakları ve Erdoğan resimleri ile donatılmış. Meydanı çevreleyen panzer, tank ve tomaları da unutmamak lazım. Meydana masa düzeni kurulmuş, oldukça şık masalarla bir iftar sofrası hazırlanıyor. Acep iftara kim geliyor diye düşünüyorum. Sonradan gelenin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki olduğunu öğreniyorum. Bakan Sur’da “terör mağdurları” için düzenlenen iftara katılmış.  
Akşam eve dönmek çok zor oluyor. 12 dakika süren evime 1 saatte ulaşıyorum. Ana alterlerin bir kısmı hala kapalı. Trafik ilerlemiyor. Cuma günü Başbakan gelecek diye hummalı bir çalışma başlatılmış. Refüjlere çiçek ekiliyor (neyse ki bu sefer lale değil), yollar asfaltlanıyor, belediyenin önündeki barikatlar dikkat çekmesin diye büyük saksılarla kapatılıyor.
Şehrin dört bir yanına pankartlar asılmış:
“Gazi ve Melikahmet Caddeleri yenileniyor”
“Tarihi Diyarbakır evleri restore ediliyor”
Restore edilen nedir diye düşünüyorum. Yasaklı alanda 5-6 ev inşaatı başladığını biliyoruz.  Övünülerek yapılan bu uyduruk evlerin Diyarbakır mimarisi ile yakından uzaktan bir alakası yok. Acaba restorasyonla, yıkıp yeniden yapmayı birbirine mi karıştırıyorlar?
Pankartların yanında Başbakan Yıldırımın 16 Haziran’da Diyarbakır’ı ziyarete edeceği yazıyor. Eyvah eyvah diyorum. Kabus halinde geçecek birkaç gün daha başlıyor. Her devlet erkanı geldiğinde şehir çekilmez hale geliyor. Bayraklar, pankartlar, asfaltlar, barikatlar, aramalar, özel timler…
Doğrusu devlet erkânının Diyarbakır’a bu kadar sık gelip, aynı yerleri “restore ettik” diyerek açıp açıp durması da garip geliyor.  Biz Amedliler yasaklı alana giremediğimize göre, acaba o açılışları kime yapıyorlar?
Sur’daki esnafın söylediği söz aklıma düşüyor:
“Devlet gölge etmesin, başka bir şey istemiyoruz”.
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 16.06.2017